1. Bugün yaşayan tüm karıncaların, toplam ağırlığı, yaşayan tüm insanların ağırlığından daha fazladır.
  2. Karıncalar, kendi vücut ağırlıklarının 20 katını kaldırabilirler. 35 kg. ağırlığında ve 10 yaşındaki bir çocuğun; bir karınca kadar güçlü olabilmesi için, 700 kg. kaldırması gerekir.
  3. Dünya üzerinde, 35 bin karınca türü mevcuttur.
  4. Çoğu karınca türü, sıcak iklimlerde yaşar.
  5. Yaklaşık 9. 500 karınca türü bilinmektedir. Bilim adamları, bunun yaklaşık iki katının, henüz keşfedilmeyi beklediğine inanmaktadır.
  6. Tüm böcekler arasında, en büyük beyin karıncanınkidir.
  7. Bir karıncanın ortalama ömrü, 45 ila 60 gündür.
  8. Bir karıncanın beyninde, yaklaşık 250 bin beyin hücresi bulunur. Bir insanın beyninde 10 bin milyon beyin hücresi mevcuttur. Dolayısıyla, 40 bin karıncalık bir koloninin beyin hücresi toplamı, bir insanınkine denktir.
  9. Bazı karıncalar, günde yedi saat uyur.
  10. Bir karıncanın dışı, sert kabuktandır, buna dış iskelet adı da verilir.
  11. En büyük karıncanın uzunluğu, 2,54 cm dir.
  12. En küçük karınca, 0.1 mm dir.
  13. Bir karınca kolonisinin nüfusu, yüz binlerden, milyarlara varabilir.
  14. Karıncalar, sadece dokunmak değil, koku almak için de antenlerini kullanırlar.
  15. Karıncaların, akciğeri yoktur. Oksijen, vücutlarına tüm bedene yayılmış küçük deliklerden girer; karbondioksit de, aynı deliklerden çıkar.
  16. Tüm böcekler gibi, karıncaların da altı bacağı vardır.
  17. Karıncalar, gri, kırmızı, kahverengi, siyah, sarı, mavi ya da mor olabilirler.
  18. Karıncanın vücudu, üç bölümden oluşur: Kafa, göğüs(gövde), ve karın (kuyruk kısmı).
  19. Karıncalar, koloni denen büyük gruplar hâlinde yaşarlar. Her karıncanın, kolonide belirli bir görevi vardır.
  20. İşçi karıncalar, yuvadan çöpü alıp, dışarıya, özel çöplüğe taşımakla görevlidirler.
  21. İşçi karıncalar, dişidir. Koloninin çoğunluğunu, dişi karıncalar oluşturur.
  22. Köle-Yapıcı karıncalar, başka karıncaların yuvalarına saldırır ve yumurtalarını çalar. Bu yumurtalar kırılıp, yavru karıncalar çıktığında kolonide köle olarak çalışırlar.
  23. Kraliçe karıncaların, doğduklarında kanatları vardır. Başka koloniler kurmak için uçup giderler; sonra kanatları düşer.
  24. Kraliçe karınca, 15 yıla kadar yaşayabilir ve bir kez çiftleşmesi gerekir.
  25. Her karınca kolonisinin, en az bir, bazen de birden fazla Kraliçe'si vardır.
  26. Ahşap karıncaları, önemli yırtıcı böceklerdir ve geniş bir koloni oldukları takdirde, günde binlerce böcek toplayabilirler.
  27. Ahşap karıncaları, düşmanını, ağzını açarak tehdit ederler.
  28. Normal şartlarda, Marangoz karıncalar canlı ya da ölü ağaçlarda yuva yapıp, kütükleri ya da ağaç gövdelerini çürütürler. Öte yandan, yuvalarını evlere, telefon direklerine ve diğer insan elinden çıkma ahşap yapılara da yapabilirler.
  29. Yaprak-kesen karıncalar, yağmur yağarken yaprak kesmezler, ve keserken şiddetli yağmura maruz kalırlarsa, yaprakları genellikle yuvanın dışında bırakırlar.
  30. Petek karıncaları, çorak mevsimlerde hayatta kalmak için, kayda değer yöntemler geliştirmişlerdir. Yağmurlar sırasında, bu karıncalar, işçilerini, su ve nektarla beslerler. Bu işçiler, yiyecek fazlasını, sindirim sistemlerinin, kursak denen bölümünde depolarlar.
  31. Karıncaların başlıca düşmanı, insanlardır. Yuvalarını ve yaşam ortamlarını yok edip, böcek ilaçlarıyla onları öldürüyor, hatta bazı yerlerde onları yiyor.
  32. Karıncalar, 100 milyon yıldan uzun süredir, Dünya üzerinde yaşamaktadır ve gezegenin her yerine yayılmış durumdadırlar.
  33. Dünya'nın bilinen 100 milyon yıllık, en yaşlı karıncası, bir amberin içinde korunmuş şekilde bulunmuştur. Adı Sphecomyrma freyi olan ve eşek arısına benzeyen bu karınca, Harvard Üniversitesi, Zooloji müzesinde, sergilenmektedir.
  34. Pompei de ölen Roma generali ve bilgin Plinius(MS 23-79)(Pliny'nin amcası), Doğa Tarihi adlı ansiklopedisinde, karıncaların, insanlardaki şeker hastalığını teşhis ettiğini yazıyor: "İnsanlar, idrarlarını, karınca yuvasına bırakıyorlar ve karıncaların, idrarı, yuvalarına taşıyıp taşımadıklarını gözlüyorlar. Eğer karıncalar, idrarı yuvalarına taşıyorlarsa, kandaki şeker seviyesinin yüksek olduğu anlaşılıyor."
  35. Güney Amerika'da yapılan antropoloji ve etnobiyoloji çalışmalarında, yağmur ormanlarında yaşayan ilkel kabilelerin, şeker hastalığını, hala karıncalarla test ettikleri, rapor ediliyor.
Kaynaklar:
1) Dr. Prof. K. V. Frisch, Arıların Hayatı, çev. Dr. Bedia Bozkurt, Üniversite Kitabevi, İstanbul, 1946.
2) Cenk Durmuşkahya, "Şeker Hastalığının Habercisi Karıncalar", Bilim ve Teknik, Nisan 2005.
3)Prof.Dr. Karl Gosswald, "Orman Karıncaları Ormanların Sağlık Melekleridir", çev.Dr.Ülkü Öztan, Bilim ve Teknik, Ağustos 1979.
4) ntvmsnbc
5) cnnturk.com
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Parça Parça
Fotoğrafçı Mark Moffett, Barro Colorado'da yarı vejetaryen ordu karıncalarının (Labidus coecus) sarı bir meyve üzerine üşüşmesini izlerken, bir dişi sinek için kavgaya tutuşan iki erkek sineğin farkına vardı. Erkek sineklerden biri hedefini ıskalayınca, ziyafet çekmekte olan karıncaların ortasına indi ve karıncalar tarafından parçalanarak öldürüldü.

National Geographic Türkiye
Güncelleme: 09:28 TSİ 28 Ağustos 2006 Pazartesi
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Meat eater ant feeding on honey.jpg

Karınca
, zar kanatlılar (Hymenoptera) takımından Formicidae familyasını oluşturan sosyal yaşam gösteren canlıların ortak adı. Yuvalarını toprağın altına kurarlar.
BESLENME:

Karıncalar yaprakların kendisini yiyemezler, çünkü vücutlarında bitkilerde bulunan
selülozu sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvanın yeraltındaki odalarında saklarlar ve yaprakların üzerinde mantar yetiştirirler. Bu yolla, büyüyen mantarların tomurcuklarından kendileri için gerekli proteini elde ederler. karıncalar 2 türe ayrılır 1 i kanatlı karıncalar bir diğeri ise asker karıncalardır
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
  1. Karıncalar, termitler ile birlikte tarımı ilk kullanan canlılardır. Yuvalarının belirli alanlarında fungus (mantar) yetiştirirler.
  2. Karıncaların baharda ortaya çıkan ve kanada sahip olan türleri üremek ve yeni yuva kurmak için dışarı çıkar.
  3. Bir karınca kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldıramaz.
  4. Ve ayrıca karıncalar insanlar gibi ordu kurup kendi kolonilerini korurlar. Bazen de koloniler arasında insanlar gibi savaşırlar.
  5. Karıncalar yemek bulmak için öncü karınca yollarlar. Bu karıncalar yemek ararken koku molekülleri bırakırlar. Bunun sebebi, yemeklerin bulunduğu rotayı kaybetmek istememeleridir. Öncü karıncalar yuvaya gidip diğer karıncaları haberdar ederler. Onlar da koku moleküllerini izleyerek yemeği bulurlar.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,


Çoğumuz belki hayatımızda hiç yarasa görmemişizdir. Çünkü yarasalar insanlardan uzaklarda, genellikle mağara kovuklarında yaşar ve geceleri zifiri karanlıkta ortaya çıkarlar. Yarasalar tabiatın harikulade yaratıklarından biridir. İnanılmaz özelliklere ve örnek bir toplumsal dayanışmaya sahiptirler.

Dünyada 900 değişik yarasa cinsi olduğu biliniyor. Kan ile beslenmeleri insanların gözünde onları vampir ile özdeşleştirmiş, hep korkulan bir hayvan olmuşlardır. Halbuki yarasaların Çoğu kan ile beslenmez. Zararlı böcekleri yiyerek insanlığa faydalan dokunur. Sadece bir yarasa bir saat içinde 300 böcek yiyebilir. Muz, avakodo gibi ticari değeri yüksek ağaçların çoğalmaları için polenlerinin taşınmasında en önemli rolü yarasalar oynar.

Şimdi gelelim yarasaların şaşırtıcı özelliklerine. Bir kere yarasa uçabilen tek memeli hayvandır. Dünyada nüfus sayısı olarak da ikinci sıradadırlar. Dünyanın en küçük memelisi de bir yarasa türüdür. İlk olarak Tayland'da keşfedilen bu minik yarasa 2-3 gram ağırlığında ve bir yaban arısı büyüklüğündedir.

Yarasalar yönlerini bulmak ve beslenmek için çok yüksek titreşimli ses dalgaları yayarlar. Bu ses dalgalarının frekansları 20 binin üzerinde, yani ultrasonik oldukları için insanlar bunları duyamaz. Bu ultrasonik sesler yerdeki avdan yansıyarak yarasaya geri gelir. İşitme sistemi ile bu geri gelen sesi algılayan yarasa avının bulunduğu yeri kesinlikle saptar. Hatta devamlı gönderdiği ses dalgaları sayesinde onun hareketini de izleyebilir.

Yarasaların bazılarının bir çeşit sonar olan bu sistemi o kadar gelişmiştir ki, dişilerini arayan erkek kurbağaların seslerinden büyüklüklerini ve iyi bir av olup olmadıklarını anında saptayabilirler.

Yarasalar gece ava çıkmak için, ay varsa onun kayboluşunu, yani tam karanlığı beklerler. Sıcak kanlı memeli hayvanların kanlan ile beslenen yarasalar genellikle atları sığırlara tercih ederler. Salgısında bulunan pıhtılaşmayı önleyici bir madde 20-30 dakika kanın sürekli akmasını sağlar ve beslenme gerçekleşir. Bir kez kanını emdikleri hayvanla karşılaşırlarsa diğerlerini bırakıp yine ona saldırırlar.

Vampir yarasalar arka arkaya iki gece kan içmedikleri takdirde ölürler. Her gece vücut ağırlığının en az yarısı kadar kan içmek zorundadırlar. Doğumdan sonra anne, emzirmenin yanında yavruya takviye olarak, kusarak kan da verir. Bu yetersiz kalırsa bir başkası yardımcı olur. Hatta yetişkin yarasaların, ölmek üzere olan bir başkasına ağızdan kan verip onu kurtardıkları görülmüştür. Toplumsal dayanışmanın bu kadar güçlü olduğu az canlı topluluğu vardır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,

Erkeklerinin boyu 4.4 ve 5.5 metre boyunda olup 1.5 ton ağırlığındadır. Bügüne kadar kayıt edilmiş en büyük zürafa 5.87 m. olup 2 ton ağırlığındadır. Dilleri boynuzumsu yapıya sahiptir. Dişiler ise 1 2 feet gibi yüksekliğe sahiptir ve erkeklere göre daha hafiftir. Dişiler genellikle erkeklerine göre hafif ve daha kısa olurlar. Her iki cinsinde boynuzları vardır, dişilerin boynuzu daha kısadır. Boynuzları kemikleşmiş kıkırdaktan oluşmuştur ve ossiconesden çağırıştırılır. Erkekler yaşlandıkça kafasındaki boynuzlarıda kalsiyumun etkisiyle gelişir. Zürafaların derilerini kaplayan siyah noktalar bulunmaktadır. Karınları vücutlarında olmasına karşın ayrıktır. Bu noktalar zürafanın desenleridir. Zürafaların ses telleri yoktur. 35 cm uzunluğunda siyah bir dile sahiptirler.

Zürafalar, geyik ve ineklerle anılır ama farklı bir familyadandır. En yakın akrabası okapidir. Yaşam bölgesi ise Çad ve Güney Afrika'dır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Örümcekler günümüz teknolojisinin bile çözemediği inanılmaz canlılardır. Örümcek ağının çok özel nitelikleri olan sağlamlık ve esneklik bugüne kadar taklit edilemedi. Aynı çaptaki bir çelik telden iki kat daha güçlü olan bu doku ne kadar çekilirse çekilsin orijinal durumuna dönecek kadar esnektir.

Örümcek ağları kendine yüksek hızla çarpan nesneleri yırtılmadan esneyerek frenler. Tekrar gerisin geriye yaylanmadığından nesne ters yöne fırlamaz, yapışır kalır. Örümcek ağının esneme kapasitesi bugün yapay olarak üretilmiş en iyi telin neredeyse dört katıdır.

Bu maddeyi yapay olarak elde etmeyi hala başaramayan bilim insanlarının örümcek çiftliği kurup, örümcekleri sağarak, ipliklerini aldıklarını biliyor muydunuz? Yaklaşık 2,5 santimetre boyundaki bu örümceklerden günde hayvan başına 320 metre (yaklaşık 3-5 gram) iplik elde ediliyor ve bu iplikler ABD ordusuna kurşun geçirmez yelek yapmada kullanılıyor.

Dünyada 34 bin örümcek cinsi tespit edilmiştir. Yani her cins örümcek farklı özellikler taşır. Örümceklerin hepsinde zehir bezleri vardır, ama karadul örümceği, kahverengi örümcek gibi çok az türü insana zarar verebilir. Dünyanın en büyük örümceği ise Güney Amerika'nın kuzey kısmında yaşayan 'Goliath Tran-tula' isimli dev örümcektir. Erkeğinin bacağının boyu 25 santimetreyi bulur. Kurbağalan, kertenkeleleri, fareleri ve hatta küçük yılanları yakalayıp yiyecek kadar güçlüdür.

Örümcekler, diğer böceklerden farklı olarak sekiz bacağa ve sekiz göze sahiptirler. Büyüme safhasında bir bacak kınlırsa yerine yenisi gelebilir. Vücutları iki parça olup arka kısmındaki bezlerden ağ üretimi başlar, buradaki çok ince deliklerden sıvı ve damlalar halinde verilen ağ malzemesi dışarı çıkar çıkmaz donar.

Örümcek ağının her tarafı yapışıcı değildir. Kurban ağa yakalanınca yapışkan kısmı bildiklerinden kendileri de ağa yakalanmadan onun yanına kadar giderler. Örümcek ağını amacına göre farklı şekillerde örer. Ağdaki ipliklerin de cinsleri yerlerine göre farklıdır. Yumurtaların sarmalanması için ürettiği yumuşak iplik onu aynı zamanda bir uçurtma gibi uçurabilir. Ağın ana yapısı, dairesel kısımları, avı yakalayacak kısmı için elastikiyetleri ve sağlamlıkları farklı ipler üretir.

Örümceklerin birçok türünde erkeğine göre 4 - 5 kat büyük olan dişinin çiftleştikten sonra erkeğini yediği doğrudur. Ancak bu erkeklerin bir gecelik zevk uğruna katlandıkları bir sonuç değil, kendi nesillerini devam ettirebilmek, kendi evlatlarını üret-tirebilmek için kendilerini dişiye kurban etmeleridir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Bilimsel olarak izahı biraz zor. Bilime göre düşen bir cisme dışarıdan bir kuvvet uygulamazsanız, ona açısal bir dönme hareketi kazandıramazsınız. Gerçi bir kule atlayıcısı, havuza düşmeden önce havada birkaç kez takla atar, kendi ekseni etrafında döner ama bu tramplen veya kuleyi terk ederken ayakları ile başlattığı bir dönme hareketidir.

Sırtüstü düşen bir kedi önce bacaklarını kendisine, kuyruğunu da bacaklarının arasına çeker, başını yere bakacak şekilde döndürür. Belirli bir noktada tam tersim yaparak bacaklarını ve kuyruğunu açar ve vücudu tam ters yöne, yani yere doğru döner. Böylece paraşüt etkisi yaratarak, hızını da frenler ve inişin yumuşak olmasını sağlar.

Yapılan deney ve gözlemlerde bir kedinin alçak bir yerden düşmesinin, yüksek bir yerden düşmesine göre çok daha fa/la hasar yaratabileceği tespit edilmiştir. Örneğin yaklaşık 100 metre yüksekliğindeki, 32 katlı bir binanın tepesinden düşen bir kediye hiçbir şey olmazken, 7 katlı binalardan düşenlerde ciddi sakatlıklar, hatta ölüm vakaları görülmüştür. Bilim insanları bunu da 'limit hız' ile izah ediyorlar.

Havadan yere düşen cisimler, önce gittikçe artan bir hızla yere düşerler. Sonra kütlelerine bağlı olarak belirli bir mesafede hızdaki bu artış durur ve 'limit hız' denilen sabit bir hızla yere düşmeye devam ederler. Yani bir gökdelenin tepesinden atılan madeni bir paranın yere düşme anındaki hızı ile uçaktan atılan (aynı) paranın hızı arasında bir fark yoktur. İyi ki de yoktur, çünkü bu 'limit hız' olmasaydı ve cisimler gittikçe artan bir hızla düşmeye devam etselerdi, yağmur damlaları kafamıza kurşun gibi düşebilirlerdi.

Bu teoriye göre yüksekten düşen kediler, yaklaşık saatte 100 kilometre sürate gelince limit hıza ulaşırlar, artık hep aynı hızda düşerler ve stresi atlatıp, kendilerine gelir ve gevşerler. Başlangıçta bahsettiğimiz dönme hareketini yaptıktan sonra, Avustralya'da yaşayan uçan sincapların uçuşuna benzer şekilde, tüm vücutlarını paraşüt gibi kullanarak, yaralanma olasılığını en aza indirerek, yere inerler.

Tabii bütün bu deney sonuçlan ve teoriler, hayvan hastanelerine gelen kediler göz önüne alınarak ortaya çıkartılmıştır. Yüksekten düşüp de ölen veya alçaktan düşüp, ölmeyip, olay yerini terk eden, her iki şekilde de hayvan hastanelerine uğramamış kedilerin sayıları bilinmiyor.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Leistenkrokodil.jpg

Fizyoloji ve biyoloji

Timsah, sıcak bölgelerdeki akarsularda yaşayan, Timsahgiller takımından iri yapılı, kalın ve kabuksu derili sürüngen türlerinin genel adıdır. Uzaktan bakıldığında kertenkeleye benzerler. Vücutlarının üzeri, sert kemiksi plakalarla örtülüdür. Ön ayaklarında beşer, arka ayaklarında dörder parmak bulunur. Parmak araları tamamen veya kısmen perdelidir. Uzun, yandan basık kuyrukları suda kürek vazifesi görür. Güçlü dişlerle bezenmiş, çok kuvvetli çeneleri vardır. Yalnız üst çene açılır. Etli dil, alt damağa yapışıktır. Gözleri, burunları ve kulakları başlarının üst kısmında bulunur. Suda yüzerken rahatça etraflarını görür, işitir ve solunum yaparlar. Karada vücutlarını zor taşımalarına rağmen, suda çok iyi yüzerler. Gündüzleri dinlenir, çoğunlukla gece avlanırlar. Gözbebekleri dikey olduğundan gece de iyi görürler. Timsahlar renk körüdür.

Avlanma ve beslenme

Balık, kuş ve suya gelen memelilerle beslenirler. İnsanlara da saldıranları vardır. Avlarını güçlü çeneleri arasına sıkıştırıp suya çekerek boğarlar. Dişlerini avlarını parçalamada kullanırlar. Çiğnemeden parçalar halinde yutarlar. Sindirim için çakıl ve taş da yutarlar. Sonra dişlerinin arasındaki artıkları dışarı çıkarırlar. Taze etin sindirimi zor olduğu için bazı türler avlarını gömerek çürümelerini bekler.

Gözleri üç perdelidir. Suya daldıkları zaman burun ve kulak delikleri birer kapakla örtülür. Ağız gerisinde bulunan bir kıvrımı damaklarına yapıştırarak soluk ve yemek borularını birbirinden ayırabildiklerinden su altında bile ısırıp yiyebilirler. Konik yapılı dişler aşındıkça yenileri sürer. Derilerinden bavul, çanta iskarpin yapılır. Bu bakımdan bol miktarda avlanırlar.

Yürekleri dört gözlüdür. Aort kökleri Panizza kanalı vasıtasıyla birleştiklerinden vücutlarında kirli kan dolaşır. Diğer sürüngenler gibi soğukkanlı hayvanlardır. Vücut ısıları çevre ısısına göre değişir.

Üreme

Yumurtayla çoğalırlar. Çiftleşmeden sonra dişi, kıyıdaki bir kumlukta açtığı çukur içine kaz yumurtası iriliğinde 50 kadar yumurta yumurtlar. Yumurtaların üzerini kumla örterek yakınlarında nöbet bekler. Bazan bu süre üç ayı bulur. Dişi bu sürede hiçbir şey yemediğinden kilo kaybeder. Zaman zaman erkek de dişinin yakınına gelir. Ama dişisini beslemeyi akıl edemez. Yavrular, yumurta kabuğunu kırmaya hazır olunca 20 metre kadar uzaklıktan duyulan sesler çıkararak annelerini yardıma çağırırlar. Dişi, kumları açarak yumurtalardan yavruların çıkmasına yardım eder. İnce derili yavrular büyük bir titizlikle tek tek annenin ağzında su kıyısına taşınır. Bakıma muhtaç yavrular altı ile sekiz haftalık bir süre içinde anne ve baba tarafından dış tehlikelerden büyük bir dikkatle korunur. Yırtıcı kuşlar ve vahşi memeliler timsah yavrularına düşkündür. Yavrular kendilerine bakacak duruma gelince anne ve babalarından uzaklaşarak kendilerine av sahaları ararlar. Büyük timsahlardan uzak olmak zorundadırlar. Hatta bazan sonraki karşılaşmalarda anne ve babalar yavrularını tanıyamamakta, onlara av gözüyle bakmaktadır. Yavrular, balık yumurtaları, salyangoz ve su böcekleriyle beslenirler.

Coğrafi dağılım

Timsahlara çoğunlukla Amerika, Afrika, Madagaskar, Güney ve Doğu Asya ile Orta Avustralya'da rastlanmaktadır. Tuzlu sularda yaşayanları da vardır. Nil krokodilinin anayurdu Nil Irmağı olduğundan bu adla anılır. Eski Mısırlılar bunlardan korkar ve mukaddes sayarlardı. Bugün Nil kıyılarında bu timsahlar kalmamıştır. Afrika'da ve Madagaskar'da mevcuttur. Uzunluğu 7 metreye ulaşabilir. Bu timsahlar 1500 kg ye kadar ulaşabilirler. Bunların eskiden yaşamış onlarından bir tanesinin fosilinin boyu 15 metre civarında tahminen de 4000 kg kadardı. Geçmişte yaşadıkları için ebatları büyük görünebilir.

Yaşam

Timsahlar insanlara da saldırabilir. Amerikan timsahının boyu 50 cm - 3.8 m arasında değişir. 4 metre olanları da vurulmuştur. Ağırlık olarak da 2000 kg a kadar ulaşabilirler. Denizde de yaşayabilir ve insan için tehlikelidir. Hindistan ve Sri Lanka'da yaygın olan Hint timsahı tatlı suda yaşar. Uzunluğu 5 metre kadar olabilir. Çoğunlukla balıkla beslenir. İnsana nadir saldırır. ABD'nin güneydoğusundaki bataklık, göl ve ırmaklarda yaşayan Mississippi aligatörunun derileri ayakkabı ve valiz yapımında değerli sayılır. En çok Florida bataklıklarında yaşar. Üreme dönemlerinde avlanmaları yasaklanmıştır. Boyları 3-4 metreye ulaşabilir. Timsahlar yok edilmediği takdirde uzun süre yaşayabilmektedir. Hayvanat bahçelerinde 80 yaşını aşanlar vardır. Bazı kuşlar timsahların açık ağızlarının arasına çekinmeden girerek artık etleri ve damağa yapışmış sülükleri yerler. Timsahlarla bu kuşlar arasında adeta ortak bir yaşama göze çarpar. Tehlike anında timsahları çığlıklarıyla uyarırlar.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://www.resimler.tv/data/media/272/sincap_2.JPG
http://www.harikasozler.net/data/media/501/www.harikasozler.net_-_civciv_ile_sincap.jpg

Özellikleri

Vücudunun üst kısmı açık sarıdan kırmızımsı kahverengine ve siyaha kadar değişir. Alt tarafı tamamen beyazdır. Kışın, kıl uçlarında siyah pigment miktarı artar. Bu nedenle kırmızı renkte olanlar, kışın daha koyu görünür. Kuyruktaki tüyler uzundur ve kuyruklarını kıvırıp sırtlarına değdirebilirler. Gözleri iri ve parlaktır. Kulakların ucunda (kışın daha fazla) tüy demeti bulunur. Arka ayakları daha uzun ve daha güçlüdür. Boyları 18-25 cm, kuyrukları 14-20 cm arasındadır ve 280-480 gram ağırlığındadır....

Yaşam alanı

Ormanlık ve ağaçlık bölgeler, parklar ve korularda yaşarlar. Alarm vermek için çok-çuk-çuk ve kru-kru-ru diye sesler çıkarırlar. Kış uykusuna yatmazlar ancak soğuk havalarda birkaç gün süren uyuşukluk dönemleri olur. Çiftleşme dönemi dışında yalnız yaşarlar. Çok iyi tırmanır ve sıçrarlar, hemen hemen bütün zamanlarını ağaçların üzerinde geçirirler. Ağaç gövdesinde baş aşağı ve baş yukarı hızla inip çıkabilirler. Gündüzleri işlektirler, sabah ve ikindi vakti daha hareketlidir.

Dağılımı

Akdeniz adaları ve İzlanda hariç tüm Avrupa’dan, Japonya’ya kadar dağılmıştır. Türkiye’de Trakya ve Kuzeydoğu Anadolu’da (Kars ve Amasya civarı),Orta Akdeniz Toros Dağlarında yaşar.

Üreme

Çürümekte olan dallardan 30-40 cm. çapında, ağaçların tepe kısmında ya da köke yakın büyük dalların ayrıldığı çatallarda ya da ağaçkakanların açtıkları deliklerdeki oyuklarda, küre şeklinde yuva yaparlar. Yuva ağzının altta olması nedeniyle kuş yuvalarından rahatlıkla ayırdedilebilir. Yuvanın içini yosun ve otla döşerler. Bir yerleşim bölgesinde aynı hayvan birden çok yuva yapar ve kullanır. Yılda 1-2 kere, 2-7 yavru doğururlar. (Ancak bir yılda 40 yavru doğuranları da görülmüştür.) Anne yuvadan ayrılırken yuvanın ağzını ve yavrularını otlarla örter. Ortalama ömrü, 7 yıl kadardır.

Beslenme

İğne yapraklı ağaçların tohumlarını dişleri ile kozalakları ısırarak serbest bırakırlar. Meşe palamutları, ceviz, badem, fındık, tomurcuklar, mantarlar, taze ağaç kabukları, böcekler, salyangozlar ve kuş yavruları ile beslenirler. Tohumları ve kabuklu yemişleri tek tek toprağa gömerek saklarlar veya kovuklarda depolarlar. porsuk ağacının tohumları insanlar için zehirli olmasına karşın sincaplarca çok sevilir.

Sincaplar sakladıkları tohumların bir kısmını bulamazlar. Toprak altında unutulan bu tohumlar, yeni ağaç fidanlarının yetişebilmesine yardımcı olur.

Diğer

Sincaplar, postları için avlanırlar ve (yasak olmasına karşın) avlanma nedeniyle Türkiye’de sayıları hızla azalmaktadır. Kırmızı listede soyları tehlikede olmayan hayvanların yer aldığı nt statüsündedir. Ancak Türkiye’deki durumları daha hassastır. Gündüz yırtıcıları tarafından da avlanmaları sayılarındaki azalmayı desteklemektedir. Kızıl sincaplar, yayılmacı türlerle rekabet edemeyebilir. Örneğin İngiltere’de yerli tür olmasına karşın sonradan Britanya adasına getirilen boz sincap tarafından yaşama alanının işgali nedeniyle rekabet edememiş ve sayıları giderek azalmıştır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://yazarlikyazilimi.meb.gov.tr/Materyal/burdur/Grup1/canlilardunyasi/resim2/ahtapot_2.jpg
http://www.itusozluk.com/img.php/5f6c71f4bcddf8d7c6697981b76e44fb21550/ahtapot

Ahtapot (Çağdaş Yunanca χταπόδι [htapódi]'den: <Katharevousa <Eski Yunanca ὀκτάπους "Sekiz-ayak") (Octopoda) kabuksuz bir kafadan bacaklıdır. Kayalar üstünde kollarıyla sürünerek ve suyu hunisinden püskürterek hareket eder. Küçük türleri kayalık ve yarıklar arasında gizlenerek avlanır. İnsan ve büyük hayvanlardan saklanırlar. Çekmenli kollarıyla yengeçleri yakalar, kabuklarını boynuzsu ikiz çeneleriyle ve dişli dilleriyle parçalarlar. Parlak ve ses çıkaran nesnelere karşı çok meraklıdırlar. Mürekkep balığı en yakın akrabasıdır.

Kamufle olan (daha olmamış,oluyor) ahtapot
Yüzen ahtapot

Vücutları kese şeklinde yuvarlağımsı olup, manto üzerinde yüzgeçler yoktur. Boyları 100 cm ye kadar çıkabilir. Bir çift küçük çubuk halinde kabuk kalıntısı bulunur. Ağız çevresinde, üzerinde 2 sıra vantuz bulunan 8 adet, benzer yapıda güçlü bacak ve kolları bulunur. Ters çevrilip bakılırsa tam ortada kuş gagasına benzeyen sert, koyu renkli ve kesici ağzı görülür. Erkeklerde bu kollardan birisi cinsel organ vazifesi görecek şekilde değişikliğe uğramış olup hektokotil olarak adlandırılırlar.

Ahtapotun yumurtaları

Ahtapotun yumurtasının her biri bir kapsülle muhafaza edilir. Yumurtalar salkım şeklinde bir küme meydana getirir. Her kapsülün bir ucu taşa veya başka bir zemine bağlanır. Dişi ahtapot yumurtaların üzerine kuluçkaya yatar. Açlıktan ölme pahasına yumurtalarını terk etmez. Hatta zorda kaldığında bacaklarından bir kaçını yiyebilir. Yumurtadan doğrudan doğruya ergine benzer yavrular çıkar. Bu yavrular sinir sisteminin kontrolü altında kasılarak veya gevşeyerek seri bir şekilde renklerini değiştirerek bulundukları ortama adapte olurlar.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
http://img0.bloggum.com/upload/lib/img/3480/500/r_qyzbbpa7fkzea12b0dpi.jpg

Su aygırıgiller (Hippopotamidae), çift toynaklılar takımından, günümüzde sadece iki cinsi kalmış olan domuzumsu bir familya. Familyanın iki cinsine sadece birer adet tür aittir: Su aygırı ve cüce su aygırı. Su aygırıgillerin yayılımı günümüzde Afrika kıtası ile kısıtlıdır.

Su aygırıgillere ait en eski kalıntılar Miozen çağından kalmadır. Pleistozen çağına kadar Avrupa, Asya ve Afrika'da yayılım göstermiş oldukları bilinir. En yeni araştırmalar su aygırıgillerin, balinaların karada yaşayan en yakın akrabaları olduklarını göstermiştir.

Geçmişte yaşamış olan bazı su aygırı türleri şunlardır:

  • Dev su aygırı (Hippopotamus major), buzul çağının dev memelilerinden. Eski çağ insanları tarafından avlanıldığı tahmin edilir.
  • Avrupa su aygırı (Hippopotamus antiquus), Pleistozen çağında Avrupa'da yaşamıştır.
  • Asya su aygırı (Hippopotamus palaeindicus), Pleistozen çağında Hindistan'da yaşamıştır.
  • Ada su aygırları: Bu küçük su aygırı türleri Pleistozen çağında Akdeniz adalarında yaşamışdır. Akrabalık açısından cüce su aygırı ile değil, daha çok su aygırı ile akrabadırlar:
    • Kıbrıs su aygırı (Hippopotamus minutus) ya da Phanourios minutis.
    • Girit su aygırı (Hippopotamus creutzburgi)
    • Malta su aygırı (Hippopotamus melitensis)
    • Sicilya su aygırı (Hippopotamus pentlandi)
  • Madagaskar su aygırları:
    • Hippopotamus madagascariensis, sudan daha çok karada yaşamış olduğu tahmin edilen bir tür.
    • Hippopotamus lemerlei, günümüzün su aygırının 3'te ikisi büyüklüğüne varmıştır.
    • Hippopotamus laloumena, Madagaskar su aygırlarının en büyüğü.

Madagaskar Adası henüz çift toynaklıların ortaya çıkmadan önce Afrika kıtasından kopmuş olduğu için, su aygırları ancak yüzerek bu adaya varmış olabilirler. Madagaskar su aygırları ancak 14'ncü veya 15'nci yüzyılda yok olmuşlardır. Tükenme sebeblerinin yoğun avlanma olduğu düşünülür, çünkü üzerinde insan aletlerinin iz bırakmış olduğu birçok su aygırı kemikleri bulunmuştur. Madagaskar folklorunda hala sözü edilen Kilopilopitsofi adlı yaratığın, bu soyu tükenmiş su aygırı türlerinden birisi olduğu tahmin edilir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,

Etcil memeli hayvan (Küçük ayıgilllerden),
Küçük panda (Ailurus fulgens) Himalayalar’ın Nepal’den Assam’a kadar uzanan bölgelerinde yaşar. Parlak kırmızı renkli, sarı pırıltılı, sık, yumuşak ve uzun tüylü, kedi büyüklüğünde bir hayvandır, küçük hayvanları, böcekleri avlayarak beslenir, fakat meyve , kök ve yumurta da yer. Ağaçlara tırmanır, Büyük panda veya dev panda, ayılara çok benzer. Beyaz ve açık kızıl kahverengi tüyleri vardır. Sı-çuan ve Kansu’nun yüksek ormanlarında yaşar ve bambu filizleriyle beslenir. Nesli tükenmek üzere olan çok nadir bir hayvandır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:


Kangurugillerden keseli, memeli hayvanların genel adı.

Kanguru'lar keseli hayvanların en büyüğüdür. Avustralya'daki kolonların boomer dedikleri koca kanguru (Macropus giganteus) arka ayakları üzerine dikildiği zaman boyu iki metreyi bulur. Bu hayvanlar Avustralya kıtasına özgüdür.

Kangurunun kulakları büyük, ön bacakları çok küçüktür, yürümesine yaramaz , ama büyük olan arka bacakları art arda sıçramalarla yer değiştirmesine imkan verir. Kuyruk dengeyi sağlar. Kangurular yaşlı bir erkeğin güdümünde büyük sürüler halinde yaşar, otla beslenirler. Beş ay bir gebelikten sonra doğan yavru altı ay süre ile annesinin kesesinde, büyümesine devam eder.

Kanguruların kaya kangurusu, ağaç kangurusu ve kanguru faresi gibi çeşitleri vardır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:

Başlarında genellikle tepelik telekleri bulunan, baykuş sular takımından gece yırtıcılarının ortak adı,

Büyük bir kafa, düz yüz, fırlak gözler, çengelli gaga (yüz tüylerinden ötürü büyüklüğünün anlaşılması güçtür), güçlü bacaklar keskin pençeler ve yumuşak tüyler, baykuşların temel ortak özellikleridir. Geniş bir alana yayılan baykuşsular (Strigiformes) takımı üç aile kapsar. Bunlardan Protostrigidae ailesinin Kuzey Amerika'da yaşayan üyelerinin soyu,yaklaşık 45 milyon yıl önce, Eyosen Dönemi'nde tükenmiştir. Geri kalan iki aileyse peçelibaykuşgiller ve baykuşgillerdir.

Peçelibaykuşgiller (Tytonidae) ailesi, 10 ya da 11 yaşayan tür ve 11 bilinen fosil tür kapsayan iki cins (Tyto ve Phodilus) içerir. Peçelibaykuşlarla ilgili ilk kayıtlar Fransa'da gerçekleştirilmiştir; bu kayıtlara göre peçelibaykuşların tarihi Miyosen Dönemi'ne (Günümüzden yaklaşık 19 milyon yıl önce) dayanır. Peçeli baykuşların boyları 27-53 cm arasında değişir; gözleri oldukça küçüktür; yüzleri yürek biçimindedir; tüyleri açık renk, karın beyazdır.

Baykuşgiller (Strigidae) ailesi, 25-31 cins (3 cinsinin soyu tükenmiştir) ve 124-137 yaşayan tür (25 türünün soyu tükenmiştir) kapsar. Bilinen ilk tipik baykuşlar, günümüzden yaklaşık 38 milyon yıl önce Üst Eyosen yada Alt Oligosen dönemlerinde, öncelikle Avrupa'da yaşamışlardır. Baykuşgillerin boyu 13-71 cm arasında değişir, gözleri çok iridir; yüzleri yuvarlak, ayakları tüylüdür; bazı türlerin tepelerinde «kulak» adı verilen tepelikler vardır. Tüyleri genellikle koyu renklidir ve karın kesiminde belirgin desenler bulunur.

Birçok baykuş gececidir; ne var ki aralarında cüce baykuşun (Glaucidium passerinum) da bulunduğu bazı türler, alacakaranlıkta etkinlik gösterir ve şafak vakti avlanırlar. Buna karşılık, yer baykuşu (Speotyto cunicularia) gibi az sayıda baykuş türü gündüzleri de etkindir. En küçük baykuşlar, boyları yalnızca 13 cm, kanat açıklıkları 32 cm ve ağırlıkları yalnızca 50 g olan cüce baykuşlarıdır. En iri baykuş, boyu 71 cm, kanat açıklığı 2 m'den çok ve ağırlığı 4 kg olan puhudur (Bubo bubo).

Bütün baykuşlar parlak gün ışığında iyi görürler; buna karşılık, yalnızca bazı baykuş türleri, zayıf ışıkta da iyi görürler. Baykuşların öbür kuşlara göre daha fırlak olan gözleri neredeyse hareketsizdir ve baykuş başka yere bakmak isterse, kafasını çevirmek zorundadır; buna karşılık birçok tür, kafalarını yatay olarak 270°, yani bir çemberin 3/4'ü kadar çevirebilir ve başlarını yukarıya ve aşağı 180° döndürebilir.

Baykuşların kulak delikleri gözlerinin arkasında ve yanlardadır. Kulaklar, yüze düz görünümü veren, seyrek ve ses geçiren tüylerle kaplanmıştır. Birçok baykuşta yaklaşık bir göz büyüklüğünde kulak delikleri bulunurken, birkaç türde kafanın bütün yan kesimini kaplayan çok büyük kulak deliklerine rastlanır. Baykuşların dokuz cinsine giren bireylerin kulak delikleri bakışımsızdır. 4 türünün kafatası kemikleri de bakışımsızdır.

Geceyırtıcıları diye nitelenen baykuşlar, yalnızca canlı avlarla beslenmeleri dışında gündüzyırtıcılarıyla (sözgelimi kartallar) hiçbir ortak özellik taşımazlar. Dişilerin renkleri erkeklerinkiyle aynıdır; ama dişiler erkeklerden biraz daha iri olur. Baykuşların çoğu mağaralarda, ağaç kovuklarında, harap taş evlerde yuva yaparlar; bazı baykuş türleriyse, başka kuşların yeraltında yaptıkları yuvalara yerleşirler. Dişiler genellikle 2-8 beyaz yumurta yapar.

Baykuşların Türkiye'de yaşayan başlıca türleri kulaklı orman baykuşu (Asio otus), bataklık baykuşu (A. flammeus), alaca baykuş (Strix aluco), puhu (Bubo bubo) ve cüce baykuştur (Otus scops).
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
http://www.hayvansevgisi.net/yuklenenresimler/dortgoz-baligi.jpg
Dörtgözgiller ailesinden balık türü

Dörtgöz (A. anableps), bir tatlısu balığıdır. Bir doku şeridiyle yatay olarak iki bölüme ayrılan gözlerinin üst bölümüyle suyun dışını görür.

Meksika, Orta Amerika ve Kuzeydoğu Amerika'da yaşayan dörtgözün gözleri, bir doku şeridiyle yatay olarak ikiye bölündüklerinden, dört gözlü gibi görünür; Gözlerinin üst bölümü suyun üstünü, alt bölümüyse altını görmeye yarar. Su yüzüne çıktığında, gözlerinin üst bölümünü suyun dışına çıkararak çevreyi görür. Boyu 30 cm kadardır. Her erkeğin bir çiftleşme organı vardır ve bu organı sağa ya da sola hareket ettirebilir. Dişilerin eşey deliği, bedenlerinin solunda ya da sağında bulunabilir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:

Çeşitli büyüklükte, tüyleri genellikle yeşilin hakim olduğu zıt parlak renkli, birbirine çok yakın kuşlara verilen ad.

Papağanlar'da gaga kalın ve kıvrık, bacaklar kısa, ayaklar ikisi önde ikisi arkada olmak üzere dört parmaklıdır; bu bakımdan ayaklarıyla yiyeceklerini kolayca yakalayıp ağızlarına götürebilirler. Papağanlarda üst gaga kafatasına eklemlidir ve göz çukurlarının çevresinde kemikten bir halka bulunur. Esas itibarıyle bitkicil olan papağanlar meyve ve tanelerle beslenir, bazı türleri ise ayrıca balözü emer. Çok az bir kısmı hariç, yuvalarını bir ağaç kovuğuna, bir kaya oyuğuna yapar. Bunların hemen hepsi ağaçta yaşayan kuşlardır, ama bazıları sonradan karada yaşamaya alışmıştır. Ruhsal yetenekleri çok gelişmiştir; bazı papağanların insan dilini ve çeşitli sesleri nasıl taklit ettiği herkesçe bilinir. Hemen hemen bütün türleri tropik bölgelerde yaşar, Asya ve Afrika'da çok az, Okyanusya'da ve Güney Amerika'da pek çok bulunur.

Başlıca papağan tipleri şunlardır :

Jakolar (psittacus), amazonlar, loriler, aralar, kakadular v.b.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
19 Şubat 2009 Perşembe zaman: 11:37 | 0 yorum  

Yetişkin bir fil yiyecek olarak günde yaklaşık 330 kg. bitkiye ihtiyaç duyar. Bu miktar altı küçük balya samana denk gelmektedir. Filler 24 saatlerinin yaklaşık 16 saatini yemek yemeye harcamak zorundadırlar. Bağırsaklarında bulunan bakteriler, fillerin yediklerini sindirmesini sağlamaktadır.
Gönderen Axi_Sheytan
Karıncaların akciğeri yoktur. Oksijen vücutlarına tüm bedene yayılmış küçük deliklerden girer, karbondioksit de aynı deliklerden çıkar.

Karıncanın karnında iki mide vardır. Bir mide yiyeceği kendi için saklar, diğeri ise diğer karıncalarla paylaşılacak yiyecekleri depolar.

Bir karıncanın ortalama ömrü 45 ila 60 gündür. Bazı karıncalar günde 7 saat' uyuyarak geçirir.

Tüm böcekler arasında en büyük beyin karıncanınkidir. Bir karıncanın beyninde yaklaşık 250 bin beyin hücresi bulunur

Dünyanın bilinen tek zehirli kuşu Pitohui'dir

Bir kelebeğin gözünde 5000 mercek ve 50.000 sinir bulunmaktadır.


Güney Kutbu Balıkçılı, diğer bir adı ile İmparator Penguen 260 metre derinliğe kadar dalıp, suyun altında havasız 20 dakika kalabilen tek kuş türüdür.

Devekuşu ayağında iki parmağı olan tek kuştur.

Anemon, okyanus yüzeyinin 1,5 km altında yaşayabilen bir derin deniz canlısıdır.

Anadolu yaban koyunu (Ovis gmelinii anatolica), dünyadaki beş yaban koyun türünden biri olan Asya Muflonu'nun bir alt türüdür.


Deniz iguanası, Galapagos Adaları civarında yaşayan ve denizin 15 metre kadar derinliklerine dalabilen tek kertenkele türüdür

Jaguarlar dünyanın 3. büyük kedi ailesini oluşturmaktadır. Sadece yeni dünya da güney Arizona dan kuzey Arjantine kadar olan bölgede yaşarlar. Megapod kuşu, kuluçkaya yatmayan tek kuş türüdür.

Kuzey Avustralya'da yaşayan bir deniz anası türü olan Chironex fleckeri, dünyanın en zehirli canlı listesinde ilk sıralarda yer almaktadır.

Böyü (Galeodes) türü örümcekler saatte 1,5 Km hızla koşabilir.

Kedilerde iç kulak odacığı geniştir ve ses burda yankılanarak algılanır. Bu yüzden kediler insanların hissedemediği sesleride algılarlar

Develer 15 dakika içinde 200 litre su içebiliyor.

Devekuşları korktuklarından değil, sesleri dinleyebilmek için kafalarını toprağa gömerler.

Plati türü balıklar ortamda hiç erkek yoksa cinsiyet değiştirebilir.

Lepistes türü balıklar bir kez çiftleşme sonrasında 2 veya 3 kez yavru doğurabilir.

Kuzey sumrusu, yaklaşık 40 bin kilometre ile en uzun göç yolculuğu yapan kuştur.

Filler hortumlarında 4 litre suyu tutabilir.

Geko türü kertenkeleler, ayak parmaklarının emme özelliği sayesinde cam gibi dümdüz zeminlere bile rahatlıkla tırmanabilir.

Quetzal türü kuşlar, yaklaşık 1 m.'yi bulan parlak yeşil renkli kuyruğa sahiptir.

İsli deniz kırlangıçları (Sooty Terns)hiç durmadan beş yıl uçabilirler.

Leoparlar, güçlü boyun kasları sayesinde avlarını yüksek ağaçlar üzerine taşıyabilirler. Bu sayede avını aslan, sırtlan gibi ortakçılardan koruyabilirler.

Akbabaların mide sıvısı çok yüksek derecede asidik olduğundan çürümüş ve kokuşmuş etleri yeseler dahi zehirlenmezler.

Yeşil anakonda, 225 kg ağırlığı ve 8,5 metreyi bulabilen boyu ile dünyanın bilinen en ağır yılanıdır.

Yalnız Brezilya'da Queimada Grande adasında yaşayan Bothrops insularis türü yılanlar Güney Amerikanın bilinen tüm zehirli yılanları içinde zehiri en kısa sürede etkileyen yılan türüdür.

Filler insanların duyamayacağı düşük frekanslı sesler(infrasesler) çıkararak yaklaşık 290 kilometrekarelik bir alanda birbirleriyle iletişim kurabilir.

Kara ayaklı martılar(Rissa tridactyla) döllenme zamanı gelmeden çiftleştiğinde spermleri çiftleşme sonrası dışarıya atıyor

Patas maymunları, dünyanın en hızlı primatları olarak biliniyor ve saatte 55 km hızla koşabiliyor.

Yılanların yakaladıkları büyük avaları yutabilmesi için alt çeneleri yerinden çıkabilir.

Sperm balinaları, tüm hayvanlar içinde en büyük beyine sahip olanıdır. Diğer balinalardan farklı olarak su fışkırtma delikleri alınlarının sol ucunda yer alır.


Domuz, suaygırı ve pekari(göbekli domuz) çiftparmaklılar takımından olmasına rağmen dört adet parmağa sahiptir.

Tavşanların kesici dişleri yaşamları boyunca sürekli büyür.

Örümcekler büyüme sürecinde, gelişimlerini tamamlamak için kitinleşmiş kabuklarını bir kaç kez değiştirir.

Akrepler ve örümcekler aynı sınıfa dahildir. Eklem bacaklılar ailesinden olan bu iki türde etçildir. Örümcekler kıskaca benzer zehirli çengellerini, akrepler ise kuyruklarındaki zehirli iğneyi kullanarak avlarını yakalar.

Küçük akbabalar, devekuşu yumurtalarını taş yağmuruna tutarak kırarlar.

Galaphagos ağaçkakan ispinozu, ağaçlarda delik açmak için ince dal veya kaktüs dikenlerini kullanırlar. Ve bu deliklerden ağaç gövdesinde saklı böcek larvalarına ulaşırlar.

Leuresthes tenius türü gümüşbalığı, Kaliforniya sahillerinde şubat sonundan eylül ayının sonuna kadar dolunay veya yeniaydan birkaç gece sonra yumurtlar.

Atnalı yengeçler Kuzey Amerika kıyılarında mayıs yada haziran ayında dolunay ve yeniayda çiftleşirler.

Mercan polipleri, büyük set resiflerinde ekim veya kasım ayında dolunaydan sonra yumurtlar.

Scarabaeus zambesianus türü kınkanatlı böcekler karanlıkta, ayın polarize ışığından yararlanarak yönlerini buluyorlar.

Kral penguen ve imparator penguenler hiç yuva yapmazlar. Yumurtaları erkekler ayaklarının üzerinde karının alt bölümünde deri kıvrımı içinde tutarak sıcaklığını korurlar.

Dünyanın, bilinen en büyük dişlere sahip balinaları yetişkinlerinin boyu 18 metreyi, ağırlığı ise 27 buçuk tonu bulabilen sperm balinalarıdır.

Yunuslar ve dişli balinalar, yönlerini bulmak ve avlanmak için ultra ses dalgalarını kullanıyorlar.

Kraliçe karıncaların yalnızca bir kez döllenmeleri yeterlidir. Bu havyanlar spermleri keselerinde yaşamları boyunca saklarlar ve bazıları, ortamın 22.2 derece sıcaklığında olması halinde yıllar boyunca bir günde bine yakın yumurta bırakabilirler.

Bukalemunların, avlanırken kullandıkları, ucunda yapışkan bir bölüm bulunan uzun ve esnek olan dillerinin çekim kuvveti, yerçekimi kuvvetinin 50 katıdır.


Bukalemunların tek başına diğerinden bağımsız olarak hareket edebilen gözleri 180 derecelik bir açıyla öne, arkaya ya da tam aşağıya bakacak şekilde dönebiliyor.

Speedy gonzales(Çöl faresi)'ler ortamın ısısı 28 derecenin üzerine çıktığında metabolizmalarını yavaşlatırlar. Bu nedenle de günün büyük bir bölümünü uyuyarak geçirirler.

Brine karideslerinin yumurtaları kurutulduktan sonra dahi, tuzlu suda canlandırılabilir.

Toprak solucanlari dondurulduktan sonra, oda ısısında tekrar hayata döndürülebilir.

Bir mayıs sineğinin ömrü sadece birkaç saattir.

Zürafaların ses telleri yoktur

Anne Tarantula'lar yavrularına zehiri verdikten sonra ölürler


Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplardı

En zehirli hayvanın altın kurbağa olduğunu biliyor muydunuz?

Karınca deliklerinin girişi her zaman kuzey"e bakar

Timsahların ağızlarını açma güçleri kapama güçlerinden daha azdır

Deve kuşlarının gözleri beyinlerinden büyüktür

Angora tavşanından bir yılda elde edilen yün miktarı, vücut ağırlığına göre kıyaslandığında koyundan sekiz kat daha fazladır.

Kırkayaklıların aslında hiçbir türünde kırk adet ayak bulunmadığını biliyor muydunuz?

Kargalar ortalama 120 yıl yaşarlar

Devekuşları -45 derece ısıda yaşayabileceği gibi + 56 derece sıcaklıktada yaşayabilir.

Devekuşu derisi, timsah ve yılandan sonra en dayanıklı deridir.

Atlar ve fareler kusamazlar.

Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere atar.

Fare bir deveden bile daha fazla süre susuz kalabilir.

Bir istakoz 7 senede ancak yarım kilo alabilir.

Timsahlar derine batabilmek için taş yutarlar.

En hızlı balık yelken balığıdır. Hızı saatte 109 km'ye ulaşabilir.

Suaygırları ağızlarını 120 cm açabilirler.

İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür. Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.

Mavi balinanın çıkardığı ses 850 km öteden duyulur.

Filler, güneşin zararlı etkilerinden korunmak ve derisinin kurumasını önlemek için vücutlarını çamur ve toprakla kaplarlar.

Suaygırları su altında doğar ve doğar doğmaz yüzebilirler.

Bir karınca kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilir.

Atların insanlardan 18 tane daha fazla kemiği vardır.

Penguen yüzebilen fakat uçamayan tek kuştur

Köpek balıklarının kansere karşı bağışıklığı vardır.

Filler günde ortalama 2 saat uyurlar.

Yeşil kaplumbağaların yumurtalarını bıraktığı kumların ısısı yavruların cinsiyetini belirliyor. Sıcak kumlarda dişi yavru yüzdesi artarken, soğuk kumlarda ise erkek yavru yüzdesi artmaktadır.

Main Coon ırkı kedilerde, parmak sayısı bir veya bir kaç adet fazla olabilir.


Kamerun ve Ekvator da yaşayan golyat kurbağası (Conraua goliath), 30 cm boyu ve 3kg ağırlığı ile dünyanın en büyük kurbağasıdır.

Siyah renkli kedilerin yağ bezlerinden salgıladıkları sebum miktarı diğer kedilere oranla daha fazla olduğundan insanlarda daha sık allerjiye neden olur.

İlk hayvanları koruma yasası 1641 yılında Massachusetts kolonisinde çıkarılmıştır.

Yaban arıları ve eşşek arıları bir kaç kez iğnelerini batırabilir. Ancak bal arıları sadece bir kez iğnesini batırabilir ve iğnesi deride saplı olarak kalır. Mavi balina 22 ayda 26 ton ağırlığa ulaşabilir.

Leopar saatte 100 kilometre ile dünyanın en hızlı kara hayvanıdır.


Karıncaların koku alma yetenekleri en az köpekler kadar gelişmiştir.

Zürafaların dilleri siyahtır.

Timsahlar sadece üst çenelerini açabilir ve dillerini dışarıya çıkaramazlar.


Örümcekler yerçekimsiz ortamda bile ağ örebilir

. 1966 yılında Sovyetlerin uzaya yolladığı köpekler yörüngede 22 gün kalarak rekor kırdılar....

Dünyada 2700 civarında yılan türü bulunmaktadır.

Antartika Kıtası'nda hiç yılan yaşamıyor.

Köpeklerde terleme sadece patilerde olur.

Köpek ve kediler renk körü değildir.

İran kedilerinin toplam tüy uzunluğu normal bir tekir kedinin tüy uzunluğunun yaklaşık üç katıdır.

Köpekler dillerini vücut ısısını ayarlamak için kullanırlar.

Tüylerin yapısı ve görünümü genel sağlık durumunun bir göstergesidir.

İran kedileri düz yüzlü olduklarından gıdaları dilleri ile tutarlar.

Labradorlar en obur ırk listesinde ilk sırada yer alır.

Obesite şeker hastalığı riskini artırır.

Kedilerde ovulasyon çiftleşmeden sonra gerçekleşir

Orta çağda köpekler kilise toplantılarında ayakları ısıtmak amacı ile kullanılmışlardır.

King Charles spaniel ırkı köpekler 16.yüzyılda Fransadan ingiltereye götürüldükten sonra II. Charlesin bu köpeğe olan düşkünlüğü nedeniyle onun soy adını almıştır.

Pireler zıplamak için tüm ayaklarını kullanmaz. Sadece diğerlerinden daha uzun olan arka ayaklarını kullanırlar.

Erişkin pirenin ömrü uygun şartlarda 1-2 yıl arasındadır.

Pireler koyun, keçi, zürafa, domuz gibi çift tırnaklı hayvanlarda bulunmaz.

İlk köpek yarışması 1859 yılında ingilterede yapılmıştır.

İngiliz tazısı görerek, Pointer, Setter, Beagle ırkı köpekler ise koklayarak iz sürer. Büyük ırk köpeklerde ince bağırsakların uzunluğu 6 metreye kadar çıkabilir.

Pirelerin yaklaşık 1900 kadar türü vardır.

Köpekler koşarken kuyruklarını denge organı olarak kullanırlar

Köpeklerde tat alma tomurcukları yaklaşık 1700 adetdir.

Kediler ışığa karşı hassasiyet, karanlığa karşı adaptasyon yeteneğine sahiptirler.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
18 Şubat 2009 Çarşamba zaman: 14:17 | 0 yorum  
Çeşitli tiplerde örümcekler kendilerine yerin altında inler de kazarlar. Meselâ, kurt örümceklerden «lycosa» ların ini silindir biçimli, dikey ve hemen hemen şişe boynu ölçüsündedir. İç duvarları sıvanmış değildir, sadece üst kısmımda biraz ipekle kaplıdır. «Lycosa» bazen bunun ağzının etrafına bir korkuluk duvarı ve bunun üzerine hafif bir kapak ilâve eder. Küçük taşlar, yün artıkları, rafya parçaları gibi malzemenin bol olduğu yerlerde «lycosa» mn korkuluk duvarı gerçek bir kule görünüşünü alır. Örümcek ise bunun tepesinde av bekler.
Güney Amerika migallerinin inleri daha da üstün yapılıdır. Bu inler çok kere silindir biçimli bir yapıdır.toprak ve tükrükle sınvanmış iç duvarları ise ince bir beyaz dokumayla kaplıdır. Bu inin ağa da bir kapakla örtülüdür. Bu kapak, toprak zerreleriyle karışmış bir ipekli dokumasıdır. Dış yüzünde çevredeki toprağın rengini ve yapısını taklit ettiğinden, ilk bakışla seçilmesi zordur.
Akdeniz bölgesinin «Nemesia» örümceklerinin inlerinin de üzerinde durulmaya değer. Bir «Nemesia» nın ini «Y» harfi şeklinde çatallı bir oyuktur. Ynin dallarından biri çıkmaz görünüşündedir, öbürü ise dışarıya açılmakta olup bir de kapağı vardır. Çok kere ikinci bir kapak, örümceğin son sığınağı olan çıkmaz dalın ağzını tıkamaya yarar.
Tabiat bilginleri iki çeşit kapak keşfetmişlerdir. Birinci tip kapaklar incedirler ve oyuğun ağzının üzerinde kalırlar, ikinci tip kapaklar ise kalındır ve tıpkı şişe mantarı gibi oyuğun içine girerler. Birbirini takip eden toprak ve ipek tabakalarından meydana gelmiş ikinci tip kapakların daha sağlam olduklarını söylemeye hacet yok.
Gönderen Axi_Sheytan
Bir kere taşıt vazifesi gören ipek vardır. Herkes, bir örümceğin bir ipek teli boyunca yükseklerden aşağı indiğini görmüştür. Örümcek bu gibi inişlerde istediği yerde durabilir, ya da gerisin geriye yukarı çıkabilir. Bir örümcek bir yerden bir yere geçmek için kendine bir asma köprü bile bina edebilir. Bunun için karnını yukarı kaldırıp ipek telleri salgılaması ve ufak bir hava akımının bunları bir engele rastlayıncaya kadar yatay olarak uzatmasını beklemesi kâfidir.
İpek, örümceklere, barınak yapımında da yardım eder. Migaller inlerinin içini ipekle astarlarlar. Temmuz ayında tarlalarda çok rastlanan «Chiracanthium» bilimsel adlı bir tür ise, ipekten ördüğü bir kesenin içinde yaşar ve yavrularını büyütür. Avrupanın güneyindeki ve Afrika daki «Nemoscolus» lerde, barınak, bazılarında, helezoni bükümüyle bîr karnından - ayaklı kabuğuna benzeyen ipekli bir konidir. Ev örümceklerinin ağı, sık dokunmuş bir örtü biçimindedir. Örümcek çoğunlukla bu örtünün yan tarafındaki bir borunun içinde av gözler. Çayırların «agelena» lan huni biçimli bir ağ örerler. «Argyronete» nin barınağı ise suyun dibine demirlemiş olan ve hayvanın vakit vakit yüzeyden getirdiği havayla oturulabilir bir hal alan bir denizaltı çanıdır. Bahçe örümcekleri ise ışınsal tellerden ve içice dairelerden meydana gelmiş nefis ağlar ören usta birer sanatkârdırlar. Afrikada «menneus» lar, minik ağlarını ayaklarının arasında taşıyarak bundan, avlarım yakalamak için kepçe gibi yararlanırlar. Bazı tropikal örümceklerin yarım ay biçimindeki ağları da o kadar sağlamdır ki, balta girmemiş ormanlarda yürüyüşü güçleştirir. Solomon adaları yerlileri, bu ağlan, liana denilen sarmaşık dallarının ucuna takarak bunlarla kepçe gibi balık tutarlar.
Gönderen Axi_Sheytan
Örümceklerin otuz bine yakın çeşidi, dünya yüzünde yiyecek bulabilecekleri her yerde yaşayabilirler. Kanatları olmaksızın ve başka hayvanlar üzerinde kaçak yolculuk yapmaksızın bu kadar yayılabjlmiş olmaları ilginçtir.
İnsanın örümcek görmesi için bir çayırda yere eğilmesi, beyaz bir çarşafın üzerine bir dalı silkelemesi, çiçekleri veya yaprakları incelemesi, bir taşı kaldırıp altma bakması veya toprağı karıştırması kâfidir. Akla gelebilecek her yerde örümcek vardır. Bazı evlere girerek köşelerde ağlarını örerler. Yeraltı mağaralarında kör ve renksiz örümceklere rastlanmıştır. Bazı türler su boylarında avcılık ederler. Suya dalan bir tür ise denizaltı çanının ilk mucididir. Akdeniz kıyılarının kalkerli yosunlan ile sıcak denizlerin derisidikenlileri bazı türleri barındırırlar. Atmosfer tabakalarında bile örümcek bulunabilir. Zira birçok örümcekler, ipeklerinin üzerinde yüzlerce kilometre uzağa yolculuk edebilirler. Bir tabiat bilgini, bir uçağın arkasında muazzam bir kelebek ağı sürüklemek suretiyle, 1200 metre yüksekte örümcekler yakalamıştır.
Gönderen Axi_Sheytan
Beslenme ve Sindirim
Çoğu polifag olan örümceklerin besinini, diğer hayvanların ve özellikle böceklerin vücudundan emilen özsuları oluşturmaktadır. Sindirim sistemi ağızla başlar, bunu kısa bir farinks izler. Daha sonra emici mide ve orta barsak (gerçek mide) gelir. Orta barsakta keseler halinde kör barsaklar yer almaktadır. İnce barsak, opistosoma bölgesinde birkaç küçük kanalla karaciğere birleştiği yerde genişler ve sonra ince, düz bir boru halinde devam eder. Arka uca yakın bir yerde yeniden genişleyerek bir kese oluşturur ve anüsle dışarı açılır. Barsak opistosoma bölgesinde büyük sindirim bezleri ve karaciğerle sarılır.

Solunum
Solunum trakelerle ve kitap akciğerlerle yapılır. Kitap akciğerler genellikle iki kese halinde olup her birinde 15-20 tane yaprak şeklinde ve üzerinde ince damarlar bulunan lameller vardır. Dışarıya açılan deliklerden hava girer ve bu yolla kan temizlenir. Ayrıca trakeler de bulunabilmesine rağmen, böceklerde olduğu gibi vücudun bütün kısımlarında dallanma göstermezler. Özellikle opistosomaya yayılmışlardır.

Sinir
Sinir sistemi baş bölgesinde bulunan bir beyin (iki loblu bir ganglion) ile göğüs bölgesinde bulunan bir ganglion kümesi (subözefagial ganglion) ve bunlardan çıkan sinirlerden oluşmaktadır. Pedipalpuslarda ve yürüme bacakları üzerinde duygu kılları bulunmasına rağmen başlıca duyu organları gözler olarak kabul edilir. Genellikle büyüklükleri ve duruş biçimleri türden türe göre değişen sekiz tane göz bulunur. Örümcekler, objeleri ancak 10-15 cm uzaklıktan net olarak görebilirler.

Dolaşım
Dolaşım sistemi, opistosomanın dorsal bölgesinde üç veya dört ostiumlu kalp ile, atar ve toplar damarlar, bir seri vücut boşluğu veya sinüslerden oluşmuştur. Kalp, kastan yapılmış kontraktil bir tüp biçiminde olup perikardium denilen bir kılıf içinde bulunur. Kalpten perikardium boşluğuna ostium adı verilen üç veya dört çift delik açılır. Kalpten arkaya doğru bir atardamar uzanır, öne doğru bir aort açılır. Aorta kollara ayrılarak prosomadaki doku ve organlara gider. Renksiz olan örümcek kanında amoeboid hücreler bulunmaktadır. Vücut boşluklarını dolaşan kan, kitapsı akciğerlere giderek temizlenir; buradan toplar damarlarla perikardiuma gelir ve en sonunda ostiumlardan geçerek tekrar kalbe döner.

Boşaltım
Boşaltım organı olarak, ince barsağa açılan malpighi tüpleri ile dördüncü yürüme bacağının kaidesinden dışarı açılan iki koksal bez bulunur. Koksal bezlerin bazen köreldikleri görülmüştür. Bu nedenle bunların açıklıklarını bulmak oldukça güçtür. Koksal bezler, tatlı su istakozunda bulunan anten bezleri ile homolog organlardır. Bunlar annelidlerin nefridyumlarına benzeseler de nefrostomları ve kanalları içinde kirpik yoktur.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,

Örümcek türlerinde, keliserlerinin kaide kısmında büyük zehir bezleri bulunur. Bu sebeble bilinen 20.000 örümcek türünün hemen hemen hepsi zehirlidir. Bu bezler bir kanalla keliserlerin son segmentinden dışarı açılır. Hayvan, avını ısırdığında uç segment ava batar ve zehrini ava boşaltır. Zehrin ava akıtılmasında bezlerin çevresindeki kaslar etkilidirler.

Çok az örümcek türü insan için tehlike oluşturur. Çünkü, etkili zehirlere sahip olan türlerin birçoğunun zehir dişleri insan derisine etki edemeyecek kadar kısa ve kırılgandır. Fakat çocuklar için ölümcül olabilirler.

G.Amerika’da yaşayan Phoneutria cinsi örümcekler bilinen en güçlü nörotik zehire sahiptir ve insanlar için büyük tehlike oluşturular. Kara dul olarak bilinen Lactrodectus cinsine ait örümcekler de kas sinir iletimini bloke eden peptid yapıdaki zehirleriyle bir diğer zehirli grubu oluştururlar. Kahverengi örümcekler olarak adlandırılan Loxoceles cinsi örümcekler ve Argyronetidae familyasına ait su örümcekleride oldukca zehirli diğer türlerdir.

Örümcek zehirlerinin hemen hemen hepsi nörotoksiktir. Bu zehirler sinir sistemine etki eder ve bağlantılı olarak kas kasılmaları ortaya çıkar ve sonuçta ölüm meydana gelebilir.

Genel kanının aksine, küçük örümcekler büyük örümceklere göre daha güçlü zehirlere sahiptirler. Tarantulalar sanıldıkları kadar zehirli türler değildirler.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:

Zehir ve zehirlenme

Bütün örümceklerde bulunan zehir bezleri keliser içlerinde yer alır ve uçtaki kanca ile ava enjekte edilir. Zehirleri neurotoksik etkide olup solunum organlarında felçlere yol açar. Ölüm olayları genellikle çocuklarda ve solunum yetmezliğinde meydana gelir. Ilıman bölgede yayılış gösteren örümcekler az zehirli olup, insan için öldürücü bir etkiye sahip değildir. Ancak tropikal bölgelerde yaşayanlar çok zehirli olup insan için ciddi tehlikelere yol açabilir. İnsanlar için öldürücü etkiye sahip olan örümcekler çoğunlukla Araneidae, Agelenidae, Argiopidae, Clubionidae, Eresidae, Loxoscelidae, Lycosidae, Theridiidae familyalarına bağlı türlerdir. Tarantulalar büyük örümcekler olmalarına rağmen genel olarak düşünüldüğünden daha az tehlikelidirler.

Zehirlenmeler

Yeterli miktarda alındığında, vucudun kimyasal ve fizyolojik düzenine etki ederek, sonuçta ölüme yol açan maddelere toksin yada zehir denilir. Yeteri miktarda verildiğinde, zehir gibi davranabilecek bir kimyasal maddenin dokularda yol açtığı hasarın klinik belirtilerine de zehirlenme denilir.

Zehirin etkisi dozuna ve alınış şekline bağlı olarak değişebilir. Zehirlenmede, zehirli maddenin molekül ağırlığı, proteinlere bağlanabilme gibi özellikleri ve de etkili olacakları yapıların özellikleri önemlidir.

Zehirler, öncelikle merkezi sinir sistemine etki ederler. Bu etkiye bağlı olarak, zehirli maddenin özelliğine göre vucudun diğer sistemlerini bloke edebilirler.

Akut zehirlenmelerde, irritabilite artışı, titreme, hallusinasyon ve koma görülebilir. Kronik zehirlenmede, organlarda duyu kayıpları gibi sinir sistemi üzerinde çeşitli bozukluklar ortaya çıkabilir.

Zehirlenmeler üç yolla gerçekleşebilir:

1. Ağız yolu ile; Gıda zehirlenmeleri, ilaçlarla olan zehirlenmeler, kimyasa maddeler ile zehirlenmeler, alkol zehirlenmeleri.

2. Solunum yolu ile; Karbonmonoksit ve diğer zehirli gazlar ile olan zehirlenmeler.

3. Deri yolu ile; Zehirli gazların teması ile olan zehirlenmeler, böcek öldürücü ilaçların neden olduğu zehirlenmeler, yılan, akrep, örümcek ve diğer zehirli hayvanların sokmasıyla meydana gelen zehirlenmeler.

Akut zehirlenmelerin ilk yardım ve tedavisinde, zehirlenen kişinin, zehiri ne zaman, ne miktarda ve ne şekilde alındığının bilinmesi hayati öneme sahiptir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Örümceklerin değişen çevre koşullarına karşı yaptıkları adaptasyonlarından (uyma) daha etkili olan ve onları düşmanlarına karşı koruyan başka adaptasyonları da vardır. Bu koruyucu hareketler, basit kamuflaj renklerini kullanmaktan, taklit içeren kompleks davranışlara kadar uzanmaktadır. Çoğu örümcekler ölü (donuk) renge sahip olup çevrelerinde fazla dikkat çekmezler. Aksine çok belirgin yeşil renklerde olan Micrommata virescens veya Araniella cucurbitina türleri, yaprak üzerinde yaşadıkları için, bunları doğal ortamlarında seçebilmek oldukça zordur. Örümcekler yere düştüğünde çoğu kez bacaklarını vücuduna doğru çeker ve Katalepsi denen “ölüyü oynama” davranışını sergiler. Aynı zamanda, düşmandan korunma amaçlı olarak yapılan bu davranış; sadece örümceklerin taklit etmeleriyle değil böceklerin de örümcekleri taklit etmeleri yönüyle oldukça ilginçtir. Örneğin; bazı meyve sinekleri (Rhagoletis, Zonosemata) kanatlarında bazı zıplayan örümceklerin (Salticid, Phidippus) bacaklarını andıran belirgin koyu çizgiler taşırlar. Dolayısıyla kanatlarını kaldırıp indirdiklerinde hareket eden bir örümcek izlenimi verirler.

Kışlama

Örümcek faunasının %85’i kışı toprakta özellikle de soğuğa karşı iyi bir yalıtkan olan yaprak döküntüsünün içinde geçirir. Bu süre boyunca örümceklerin çoğunda, bacaklar vücuda sarılmış ve görünen vücut yüzeyi minimuma düşmüş durumdadır. Yaprak döküntülerinin altındaki mikrohabitat örümceği sadece aşırı sıcaklık değişimlerinden değil aynı zamanda kuraklıktan da korur. Ilıman bölgelerdeki “kışın-aktif” örümcekler, özellikle soğuğa karşı dirençli olmasalar da, diğer örümceklere nazaran çok düşük sıcaklıklarda daha aktiftirler. -4°C’nin altında diğer örümcekler gibi sabit dururlar ve -7°C’nin altında ölürler. Kışı pasif şekilde atlatan örümcekler soğuğa karşı daha dirençlidirler. Çoğu bahçe örümceği (Araneus sp.) korumasız yerlerde bile-20°C’ye dayanabilir. Örümceklerin bu soğuğa, nasıl dayanabildikleri ise henüz net olarak açıklanamamıştır. Fakat örümcek hemolenfinde antifiriz görevi gören gliserol varlığı ve oranının kış aylarında, yaza göre çok daha yüksek olması bu konuyu aydınlatmada bir giriş noktası oluşturmaktadır. Ancak bu konuda da bazı çıkmazlar dikkat çekmektedir.

Adaptasyon

Örümcekler soğuk, nemlilik, su baskını ve yiyecek sıkıntısı gibi olumsuz durumlara karşı çeşitli adaptasyonlar geliştirmişlerdir. Kışı aktif olarak geçiren örümcekler üzerine günümüzde kış ekolojisi ve bu hayvanların soğuğa karşı dirençleri araştırılmaktadır. Örümcekler uygun mikrohabitatlara sığınarak soğuğa karşı dirençlerini artırırlar. Metabolik oranlarını düşürür ve hazırlanırlar.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
Örümcekler gelişme durumlarına göre Orthognatha ve Labidognatha olmak üzere iki alttakıma ayrılırlar. Orthognatlar ilkel yapılı olup tropikal ve çöl ekosistemlerinde yaşarlar. Gelişmiş örümceklerin içinde yer aldığı Labidognat örümcekler ise genital organlarının kompleks olup olmamasına göre Haplojin ve Entelejin örümcekler olarak iki gruba ayrılır. Genellikle altı gözlü olan Hoplojinlerde basit bir palp ve epijin bulunurken Entelejin örümceklerde ise palp ve epijin, ekstra kitinsi yapılar ile daha kompleks bir durum oluşturup tam bir kilit-anahtar özelliği kazanır. Erkek ve dişilerde opistosomanın ön orta kısmında akciğerlerin hemen gerisinde enine uzanan genital bir delik vardır. Erkek örümceklerde pedipalpler ampül şeklinde çiftleşme organı olarak görev yapar. Ayrıca femur, patella veya tibia ile pedipalpuslar uç kısmından öne doğru “apofiz” adı verilen kalınlık ve uzunluğu değişen bir uzantı yaparlar.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
Yumurtadan çıkan bir örümcek yavrusu, birkaç gün dişi örümcek tarafından bakıldıktan sonra yuvadan ayrılır ve belirli bir yere ağını kurduktan sonra burada yaşar. Bu da örümceklerin ergin hale geçmeden ağ örebilme kabiliyetinde olduğunu göstermektedir. Örümcekler ayrı eşeylidir. Erkeklerde opistosomanın her iki tarafında uzanan tüp şeklinde bir çift testis bulunur. Bu testisler epigastik çöküntünün arkasında tek bir eşeysel delikle dışarıya açılır. Erkeklerde kavuşma organı pedipalpuslardır. Dişi üreme sisteminde ise ovaryumlar, opistosomanın karın tarafından arkaya uzamış iki torba şeklindedir.

Örümceklerde eşeysel dimorfizim görülür. Genellikle erkek dişiden küçüktür. Çiftleşme meydana gelmeden önce bir çok davranış gösteren türlerde kimyasal algılama ve dokunma organları iyi gelişmiştir. Cezbetme amacıyla salgılanan bu maddelere feromon denir. Bir defada 300-3000 yumurta bırakabilirler. Yumurtalar kokon içerisinde bazılarında anneye bağlı olarak taşınır. Yavrular ilk deri değiştirmeye kadar kokon içerisinde kalır. Yavrular kokondan çıktıktan sonra erginlere benzerler ve dolayısıyla larva devresi görülmez.

Bir yavru örümcek ergin oluncaya kadar 6-8 kez gömlek değiştirir. Örümcekler yılın belli periyotlarında erginleşirler. Bu durum genellikle ilkbahar aylarında başlayıp sonbahara kadar sürmektedir. Bazı türler ise tüm yıl boyunca erginleşebilmektedir. Genel olarak Mayıs ve Haziran aylarında erginleşirler. Örümceklerde ömür uzunluğu 1-2 hatta 10 yıl sürebilmektedir. Uzun yaşayan örümcekler daha çok tropikal alanlarda yayılış göstermektedir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
Prosoma ve opistosoma olarak iki kısma ayrılan vücut; pedisel denilen yapı ile birbirine bağlanmıştır. Prosoma bölgesinde yer alan ilk çift ekstremite keliserler olup bunların bağlandığı kısımda bir çift zehir bezi yer alır. Bezlere bağlı zehir kanalı keliserlerden, bunların ucunda bulunan ve sokma iğnesi olarak kullanılan kıskaçlara açılır. Zehir avın felç edilerek daha kolay yenmesini sağlar. İkinci ekstremiteler altı parçalı pedipalplerdir. Bunlardan sonra 7 parçalı dört çift yürüme bacakları yer alır. Bu segmentler kaideden uca doğru koksa, trohanter, femur, patella, tibia, metatarsus ve tarsus yer alır. Başın ön kısmında genellikle 8 (bazen 6) adet göz, iki veya 3 sıraya dizilmiş olabilir. Opistosoma farklı büyüklüklerde olmasına rağmen sistematikte önemli bir kriter sayılmaz. Dorsal kısımda kalp ya da yaprak şeklinde “folium” yer alır. Opistosomanın arka ucunda anüs, hemen altında ise üç çift ağ memeleri yer alır. Memelerden farklı yapılardan ağ çıkar ve bu değişiklik familyalara göre farklılık gösterir. Opistosomanın ventralinde, ön orta kısımda genital delik yer alır. Bundan başka solunum açıklığı olan boru trake stigmaları da örü memeciklerinin ön orta bölgesinde yer almıştır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Visit the Site