Bütün memelilerin vücutlarının ısı derecesi 35 - 38 derece aralığındadır. Uçabilenlerde bu birkaç derece daha yüksektir, insan ısıya karşı çok hassastır. Hava sıcaklığı 30 derece olunca denize girer de, 5 derecede üzerine palto giyer. Oysa hayvanların giysileri yoktur. Köpekler eksi 40 derecede kutuplarda kızak çeker, buzlu sularda balıklar çırılçıplak yüzerler.
Aslında ısıdan etkilenmek sadece insana mahsus değildir. Güneşin bulut arkasına girmesi ile havadaki iki derecelik ısı düşüşü uçan sineği zor yürür hale getirebilir. Öğlen güneşinde zıp zıp zıplayan çekirge, sabah serinliğinde hareketleri ağırlaştığından çok rahat yakalanabilir.
Kendi vücut ısısından çok daha düşük ısı koşullarında yaşayabilmek için canlıların iki silahı vardır. Biri vücut ısılarını ayarlamaları, diğeri de kürk denilen vücut örtüleridir. Kutup bölgesinde yaşayan bir canlı, tropik bölgede yaşayana nazaran on kat daha fazla ısı meydana getirmek veya vücut örtüsü on kat daha fazla koruyucu olmak zorundadır.
Çok soğuk iklimlerde yaşayan hayvanların yaşam nedenleri araştırılırken hep kürkleri üzerinde durulmuştur. Halbuki burada yaşayan hayvanların kürkleri ile ılıman bölgelerde yaşayan hemcinslerinin kürkleri arasında çok ciddi bir fark yoktur. Üstelik domuzlar hiç kürkleri olmamasına rağmen deri altı yağ tabakaları sayesinde vücut ısılarından 20 derece daha düşük ısı ortamlarından hiç etkilenmezler.
Zaten dünyamızda üzeri tamamen kürkle kaplı hiçbir hayvan yoktur. Çoğunun ayak ve burun gibi kısımları görevlerini yapabilmek için açıkta bırakılmıştır. Ancak buralarda vücuda sıcak kan ileten atar damarlar kılcal damarlar vasıtası ile deriye daha yakın olan toplar damarları ısıtırlar. Bu sayede buzun üstünde yürüyen bu tür hayvanların ayaklan üşümez. Ama bu da, hayvanın tüm vücudunun üşümeden bu soğuk ortamda nasıl yaşayabildiğini açıklayamaz.
Kutuplarda, buzlu sularda yaşayan balıkların, sıfır ve sıfır altı derecedeki ortamda donmamalarının sırrının, bu balıkların derilerindeki buz kristallerinin donma derecesini düşüren bir protein olduğu tespit edilmiş, hatta genetik mühendisleri laboratuar ortamında bu proteini üreten geni yaratmayı başarmışlardır.
Bilim insanları bu örnekten yararlanarak, meyve ağaçlarını dondan, uçak kanatlarını ve yolları buzdan kurtarabileceklerini düşündüler ama henüz geniş çaplı üretimi zor görülmektedir. Ne yazık ki, sıcak kanlı hayvanların kendilerini çok soğuk ortama nasıl adapte ettiklerinin sırrı hala tam çözülmüş değil.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler:
Hayvanların yedikleri gıdaların renklerinin, neresinden çıkarsa çıksın, çıkan şeyin rengi ile bir alakası yoktur. Buna en iyi örnek inektir. Bir ineğin en çok yediği yeşil renkli otlardır. Bu otlar ineğin dört odalı midesinde çözülür ve moleküllere ayrılır, moleküllerin ise renkleri yoktur. Sütün renginin beyaz olmasının nedeni içinde çözünmüş halde bulunan kalsiyum kasinat (case-inate)tır.
Peki o zaman dışkı niçin kahverengi, idrar niçin açık san renktedir? Dışkının kahverengi olmasının sebebi bağırsaklarda hazmı sağlayan sıvılar, özellikle de safra suyudur. Safra suyu asdan değil, sirklerdeki trapezciler gibi geriye yarım ters takla atmaktadırlar. Tavana yaklaşınca, ön ayaklarını başlarının üzerine çekerek ters dönmekte ve tavana önce ön ayakları ile dokunmaktadırlar. Sonra sıra ile diğer ayaklarını da koyarak vücutlarının tavanda tutunmasını sağlamaktadırlar.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Bilimsel olarak izahı biraz zor. Bilime göre düşen bir cisme dışarıdan bir kuvvet uygulamazsanız, ona açısal bir dönme hareketi kazandıramazsınız. Gerçi bir kule atlayıcısı, havuza düşmeden önce havada birkaç kez takla atar, kendi ekseni etrafında döner ama bu tramplen veya kuleyi terk ederken ayakları ile başlattığı bir dönme hareketidir.
Sırtüstü düşen bir kedi önce bacaklarını kendisine, kuyruğunu da bacaklarının arasına çeker, başını yere bakacak şekilde döndürür. Belirli bir noktada tam tersim yaparak bacaklarını ve kuyruğunu açar ve vücudu tam ters yöne, yani yere doğru döner. Böylece paraşüt etkisi yaratarak, hızını da frenler ve inişin yumuşak olmasını sağlar.
Yapılan deney ve gözlemlerde bir kedinin alçak bir yerden düşmesinin, yüksek bir yerden düşmesine göre çok daha fazla hasar yaratabileceği tespit edilmiştir. Örneğin yaklaşık 100 metre yüksekliğindeki, 32 katlı bir binanın tepesinden düşen bir kediye hiçbir şey olmazken, 7 katlı binalardan düşenlerde ciddi sakatlıklar, hatta ölüm vakaları görülmüştür. Bilim insanları bunu da 'limit hız' ile izah ediyorlar.
Havadan yere düşen cisimler, önce gittikçe artan bir hızla yere düşerler. Sonra kütlelerine bağlı olarak belirli bir mesafede hızdaki bu artış durur ve 'limit hız' denilen sabit bir hızla yere düşmeye devam ederler. Yani bir gökdelenin tepesinden atılan madeni bir paranın yere düşme anındaki hızı ile uçaktan atılan (aynı) paranın hızı arasında bir fark yoktur. İyi ki de yoktur, çünkü bu 'limit hız' olmasaydı ve cisimler gittikçe artan bir hızla düşmeye devam etselerdi, yağmur damlaları kafamıza kurşun gibi düşebilirlerdi.
Bu teoriye göre yüksekten düşen kediler, yaklaşık saatte 100 km sürate gelince limit hıza ulaşırlar, artık hep aynı hızda düşerler ve stresi atlatıp, kendilerine gelir ve gevşerler. Başlangıçta bahsettiğimiz dönme hareketini yaptıktan sonra, Avustralya'da yaşayan uçan sincapların uçuşuna benzer şekilde, tüm vücutlarını paraşüt gibi kullanarak, yaralanma olasılığını en aza indirerek, yere inerler.
Tabii bütün bu deney sonuçlan ve teoriler, hayvan hastanelerine gelen kediler göz önüne alınarak ortaya çıkartılmıştır. Yüksekten düşüp de ölen veya alçaktan düşüp, ölmeyip, olay yerini terk eden, her iki şekilde de hayvan hastanelerine uğramamış kedilerin sayıları bilinmiyor.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Sadece kazlar değil, martılar, pelikanlar gibi büyük su kuşları da filo olarak toplu halde giderken "V" şekli oluşturarak uçarlar. Bunun nedeni ile ilgili kesin olmayan, tartışmaya açık çeşitli görüşler vardır. Biz bunlardan en çok rağbet gören ikisinden bahsedelim.
Birinci görüşe göre, sürünün
"V" şeklinde uçmasının amacı enerji tasarrufudur. Bu uçuş şekli ile öncelikle en öndeki kuş, bir arkadaki kuşa gelecek rüzgarı ve hava direncini engeller ve daha az enerji sarf etmesini sağlar.
Bunun bir başka örneği de bisiklet takım yarışlarında birbiri arkasına saklanarak giden ve sık sık en öndekini değiştiren yarışmacılarda da görülür. Araba yarışlarında da arkadaki araba öndekine mümkün olduğunca yaklaşarak, onun kestiği rüzgar ve hava akımının avantajı ile daha az yakıt harcamayı amaçlar. Bu şekilde uçan kuşlarda da sık sık en öndeki liderin değiştiği ileri sürülmektedir.
Yine bu görüşe göre, öndeki kuş kanadını çırptığında, kanadının ucunda bir hava boşluğu, yani bir girdap yaratır, arkadaki kuş buraya yükselen havayı kanatlarının altında bularak ve daha az enerji sarf ederek yüksekliğini muhafaza eder. Bu kuşun hareketinden de bir arkadaki kuş faydalanır. Bu uçuş şeklinin daha ziyade büyük kuşlarda görülmesinin nedeni de bunların büyük kanatları ile yarattıkları hava hareketinin büyüklüğü ve arkadaki kuşun işine yarayabilmesıdir.
70'li yıllarda yapılan bir araştırma sonucunda, 25 kuşluk bir filonun bu şekilde uçarak, uçuş mesafesini % 75 artırabildiği ileri sürülmüştür. Ancak bu teoriye göre her kuşun öndeki ile aynı mesafe ve açıda uçması ve senkronize yani eş zamanlı kanat çırpması gerekir ki, bu, gerçekte mümkün değildir.
İkinci bir görüşe göre ise, kuşların gözleri başlarının yanındadır, dolayısıyla tam önlerini göremezler. Bu uçuş şekli ile sürünün fertlerinin birbirini görerek, kaybolmadan bir arada kalması sağlanır. Bu görüşe karşı olanlar ise kuşların geceleri de uçtuklarını, bu nedenle öndeki kuşu görmenin önemli olmadığını zaten sürüyü kuşların bağırışlarının bir arada tuttuğunu ileri sürüyorlar.
Çok basit gibi görülen bu olayın bile sebebi tam öğrenilmiş değil, belki de görüşlerin bileşimi, yani hepsi doğru. Kuşlar konuşabilseler de anlatsalar!
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Aslında kırmızı renk hiçbir boğayı kızdırmaz. Çünkü boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayırt edemezler. Boğa güreşinde matador boğayı eline aldığı şapkasını şalını sallayarak kızdırır. Boğanın kırmızı şala saldırdığı inancı yanlıştır.
İspanya'da boğaların kırmızı renge saldırdığı inancı, matadorların kırmızı başlık kullanmaları nedeni ile yaygınlaşmıştır. Halbuki başlıklarda bu renk boğayı kızdırmak için değil, seyircilere hoş görüntü verebilmek için seçilmişti.
Kırmızı renk aslında insanları etkiler. Yapılan deneylerde bu rengin insanlarda kan basıncını yükseltip, kalp atışını hızlandırdığı saptanmıştır. Bunun nedeninin de kırmızının, kanın rengi olduğu sanılmaktadır.
Boğalar arenada kırmızı rengi görünce asabileşmezler. Kendinizi boğanın yerine koyun. Etrafınızdaki çığlık atan binlerce insanın ortasında, tozlu, gürültülü ve çok sıcak bir ortamda, sırtınıza saplanmış onca kılıcın acısı içinde, bir de şapkasını şalını sallaya sallaya üstünüze gelen bir adam varsa, yani kızmak için bu kadar sebep varken, sırf rengi kırmızı diye bir bez parçasına kızar mıydınız?
Boğa güreşi hakkında bilinen yanlışlar sadece bu kadar değil. Aslında boğa güreşi geleneği İspanya'dan doğmuş değildir. İlk çağlardan itibaren boğa, kuvvetin, dayanıklılığın ve verimliliğin simgesi olmuştur. Boğa güreşinin ilk versiyonu antik Yunan, Roma, Mısır ve hatta Kore ve Çin medeniyetlerinde görülür.
Boğaya Persliler taparlar, Afrika Zuluları ise öldürüp safrasını içerlerdi. Tüm bu geleneklerin temelinde, hayvanın gücü yatmaktadır. Bu geleneğin bir şekilde İspanya'ya geldiği, Avrupa ülkeleri içinde feodal düzeni en son terk eden bu ülkede de kalıcı olduğu sanılmaktadır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dünyada yaklaşık üç bin sivrisinek türü olduğu bilinmektedir. Bunların çoğu insana saldırmaz. Zaten aksi olsaydı dünyanın her yerinde bulunabilen bu yaratıklar ormanda, dağda, insan bulunmayan yerlerde yaşamlarını sürdüremezlerdi.
İnsanların kanlarını emerek yaşayan sivrisinek türlerinin yalnız dişileri kan emer. Dişiler de insanların kanlarını kendi yumurtalarını üretebilmek için protein sağlayabilmek amacıyla emerler. Birçok cinste dişi sivrisinekler en azından ilk yumurtalarını kana ihtiyaç duymadan üretebilirler, fakat sonraki yumurtaları için kana ihtiyaçları vardır. Bulabildikleri her canlının kanını emerler, hatta deniz yüzeyine gelen balıklar bile ellerinden kurtulamaz.
Erkekler çiçek özleri ile beslenirler. Yumurta üretme gibi bir dertleri olmadığından insanları sokmazlar.
Dişi sivrisinekler avlarının yerlerini duyargaları ve üç çift bacaklarındaki alıcılarla bulurlar. Alıcılar ile nem, ter ve ısı özelliklerini saptarlar. Sivrisineğin duyargaları bir santigradın binde biri kadar sıcaklık değişimlerini algılayabilecek kadar hassastır.
Dişi sivrisinekler insanın nefes verirken çıkardığı karbondioksit bulutu içinde, ileri geri hareketler yaparak bu bilgileri değerlendirirler, avın yararlı olacağına karar verirlerse harekete geçerler. Bazılarının 'sivrisinek bana dokunmaz' demelerinin esas nedeni ter ve nefes kokularının, sivrisinek için cazip ve özendirici olmamasıdır.
Sivrisinek sanıldığı gibi içi delik ve sivri uçlu bir boruyu deriye sokarak kanı emmez. Sivrisinekte ağzın altındaki kesede iki tüp, iki de neşter olarak kullandığı testere ağızlı bıçak vardır. Önce bıçaklarla deride delik açar, sonra tüplerden biri ile tükürüklerini bu deliğin içine akıtır.
Bu tükürük insan kanının pıhtılaşmasını önler, böylece ikinci tüpü sokarak, sıvı kanı size fark ettirmeden kolayca emer. Eğer bir dakika içinde hala fark etmediyseniz, deposu kanınızla dolu olarak, kafayı bulmuş şekilde derinizden ayrılır.
Sivrisinekleri tahrik eden şey nefesinizdeki karbondioksit oranı ile derinizdeki ısı ve nem oranı olduğundan, özellikle geceleri sivrisinek hücumlarını geçiştirebilmek için, çok sık nefes alış-verişi gerektirecek fiziksel hareketler yapmamanız, teninizi serin ve kuru tutmanız gerektiğini unutmayın.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Kış mevsimi yaklaştıkça, hava soğur, günler kısalır, yapraklar renk değiştirir ve yere düşerler, kar toprağın üzerini kaplar. İnsanlar sıcak alışveriş merkezlerinde ihtiyaçlarını alıp, sıcak arabalarında, sıcak evlerine gelirler. Üzerlerine kazaklar, hırkalar giyerler. İyi de, tabiatta doğal ortamda yaşayan hayvanlar kışı nasıl geçirir, hiç düşündünüz mü?
Bir kısmı daha ılıman yerlere göçerler. Bu konuda kuşlar ve balıklar avantajlıdır. Bazıları kendilerini kışa adapte ederler, daha kalın yeni tüyler çıkarırlar. Hatta bazı tavşan türlerinde karda saklanabilmek için tüyler beyazlaşır. Bazıları yiyeceklerini önceden depoladıkları bir sığınak bulurlar. Bazıları da toprakta derin tüneller açarlar ama bazıları için de kış mevsimini uyuyarak geçirmekten başka çare yoktur.
Genellikle ayıların kış uykusuna yattıkları bilinir ama bu doğru değildir. Gerçi ayılar kışın mağaralarda uzun uzun uyurlar ama bu kış uykusu değildir. Daha doğrusu kış uykusu bir çeşit uyku değildir. Normal canlılarda uyanıkken ve uyku halindeyken, vücut ısısında ve metabolizmanın çalışmasında ciddi bir fark yoktur. Oysa kış uykusu, hayvanların hayat ile ölümü ayıran çizgiye kadar gelmeleri şeklinde tanımlanabilir.
Bazı hayvanların kış uykusuna yatmalarının iki sebebi vardır: Havanın çok soğuması ve yiyecek bulma güçlüğü. Soğuk havada yaşayabilmek için hayvanların daha çok enerjiye ihtiyaç duymalarına rağmen karlı kış günlerinde yiyecek bulma imkanı azalır. Kış uykusu bu zor mevsimde hayvanın enerji ihtiyacını azaltır, enerji tasarrufu sağlar.
Kış uykusu bildiğimiz şekilde uyumak değildir. Buna bilim dilinde 'hibernasyon' diyorlar. Vücut ısısının ortam sıcaklığına düştüğü bu durumu birçok balık türünde, kurbağalarda, sürüngenlerde, kuşlarda ve memelilerde görebiliyoruz.
Hakiki anlamda kış uykusuna yatan bir hayvanı (hibernatör) gördüğünüzde, ölmüş olduğunu sanabilirsiniz. Vücut ısıları sıfır dereceye kadar düşebilir. Bir dakika içinde sadece birkaç kez nefes alırlar, kalp atış hızı o kadar düşüktür ki, hissedilmez bile. Havalar ısındığında ise vücudun normal düzene geçmesi sadece birkaç saat alır.
Kış uykusuna yatan hayvanlar, uyku süresince kendi vücutlarındaki yağı tükettikleri gibi ara ara uyanarak bulundukları yere yazdan stok ettikleri yiyeceği yiyenler de vardır.
Kış uykusu sırasında hayvanlar vücut ağırlıklarının yüzde kırkına yakınını kaybederler. Bu kaybın yüzde 90'ına periyodik olarak uyanmalardaki ısı üretimi ve enerji kaybı sebep olurken geri kalan yüzde 10 kayıp ise uyku sırasında olur. Kış uykusu kış boyunca sürmez. Hayvanlar havaların soğumaya başlaması ile birkaç günlük bir uyku periyoduna girerler. Kış mevsiminin şartları ağırlaştıkça bu periyotlar uzar.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
25 Şubat 2009 Çarşamba zaman: 15:16 | 0 yorum  
Dosya:Barbus barbus.jpg

Bıyıklı balık (Barbus barbus), sazangiller (Cyprinidae) familyasının ait olan Barbinae alt familyasından bir balık türü. Türkiye'deki diğer üç türü nerede ise her derede ve çayda bulunur:

  • Murza balığı (Barbus plebejus(Bonaparte, 1839))
  • Barbus rajonorum
  • Barbus capito(Güldenstädt, 1772)

Bıyıklı balığın uzun bir vücudu vardır, ve yüzgeçlerinin göze çarpan büyüklüğü çok akıntılı sularda yaşıyabilmesini mümkün kılar. Vücudu çok küçük pullar ile kaplıdır. Sanki kısa bir hortumu andıran uzun dudakları ve dudaklarından sarkan dört adet bıyığı ile (ikisi altda ve ikisi üstde) bir dip balığı olduğunu belli eder.

Sırtı ela renginde ve yanları altın sarısı renklerinde parlar. Karın kısmı bütün bıyıklı balık türlerinde beyaz ve yüzgeçleri ela ve kızıl rengindelerdir. En büyükleri 80 santim uzunluğa ve 11 kilo ağırlığa varabilirler.

Bıyıklı balık tipik bir dip balığıdır ve dibi çakıl taşları ya da kum ile örtülü olan çok akıntılı akarsuları tercih eder. Balık yumurtaları, böcek kurtları, midyeler, salyangozlar ve solucanlardan beslenir. Belli bir büyüklüğe varmış olanları diğer küçük balıklarıda avlarlar.

Bıyıklı balıklar çok yavaş büyürler ve etleri cok yumuşaktır. Çok fazla küçük kılçıkları olduğu için, lezzetli etine rağmen pek kaliteli bir yemek balığı değildir. Ayrıca üreme zamanları sırasında, yani Mayıs ve Haziran ayında havyarları ve karın etleri zehirlidir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
http://www.istanbulhits.com/haber/resim/bildircin.jpg
Bıldırcın, sülüngiller (Phasianidae) familyasının Coturnix, Anurophasis, Perdicula, Ophrysia cinsinden küçük yapılı kuş türlerini ortak adı.
Bıldırcınlar küçük, tıknaz yapıda karada yaşayan kuşlardır. Tohum yiyicilerdir, bunun yanında böcek ve benzeri küçük avlarla da beslenirler. Yerde yuva yaparlar, uçuşları kısa, ileri doğru hızlacadır. Japon ve bayağı bıldırcın gibi bazı türler göçmendir ve uzun mesafelere uçarlar. Bazı bıldırcınların yetiştiriciliği yapılır. İnsanlar tarafından yumurta üretmek için tutulurlar.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
24 Şubat 2009 Salı zaman: 15:34 | 0 yorum  
Dosya:PeregrineFalcon.jpg
Dosya:Peregrine Falcon at Bharatpur I IMG 8250.jpg
Bayağı doğan (Falco peregrinus), doğangiller (Falconidae) familyasından iyi bilinen bir doğan türü.
Tıknaz vücutlu, güçlü, kıvrık kısa gagalı, yırtıcı pençelidir. Sırtı kül renginde ve enine kahverengi çizgilidir. 42-52 cm uzunluktadır. Sırtı külrengi ve enine çizgilidir.
Kuş, fare ve tavşan avlar. Küçük memeli kemiricilerin aşırı çoğalmasına mani olur. Yüksek bir ağaç veya kayanın üzerine konarak avını bekler. Yahut yükseklere çıkarak belli bir alan üzerinde büyük daireler çizerek süzülür. Gözleri pek keskindir. Tarlada dolaşan küçük fareyi görebilir ve hızla pike yaparak yakalar. Güvercin ve kümes hayvanlarına da saldırır.
Dişileri, erkeklerinden daha iricedir. Dişi zirvedeki kovuklara kırmızımtrak 3-7 yumurta yumurtlar. Kuluçkaya erkek de yardım eder. 21 gün zarfında yavrular çıkar.
Bayağı doğan, avcılar tarafından evcilleştirilerek av kuşu olarak kullanılır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Acc Sonnenallee.jpg

Bayağı çakır kuşu (Accipiter gentilis), atmacagiller (Accipitridae) familyasından kıvrık, kısa gagalı, ince uzun keskin pençeli, bir atmaca türü.

Sırtı koyu kahverengi veya gri tüylü, göğsü beyaz ve enine kahverengi çizgili atmacaların en irisi olup, 55-60 cm boyundadır. 120 cm kadar kanat açıklığına sahip, çok iştahlı ve saldırgan bir kuştur. Alçaktan uçtuğu için doğan avcılar tarafından, tavşan ve keklik avında kullanılır. Ateş ve sarımsı bir ışık gibi parlayan gözleri vardır.

Ömürleri 70-80 yıla kadar varan bu kuşların Türkiye'de yaşanyaları kış mevsiminde Kuzey Afrika ve Hindistan'a göç ederler.

Yaşam şekli Diğer atmacalar gibi kısa geniş kanatlarının uçları yuvarlanmış ve yelpaze gibi açılan uzun kuyruğu sayesinde ağaçlar arasında rahatça manevralar yaparak avını takip eder.

Güvercin, ada tavşanı ve sincap gibi hayvanları avlayarak beslenir. Tavukları kümeslerine kadar kovaladığı olur. Yuvasına yaklaşan insana hırsla saldırır. Bazı bölgelerde "çakırdoğan" da denir. Erkekler dişilerden küçüktür.

Yüksek ağaç tepelerinde yuva kurarlar. Yuva içini saç, kıl ve kök püskülleriyle döşerler. Nisan ve Mayıs'ta 3-5 yumurta yumurtlar. Dişi 40 gün kadar (35-42 gün) kuluçkaya yatar, yavrular bir buçuk ay kadar (36-40 gün) yuvada kalarak anne tarafından beslenir. Genç çakır kuşları açık kahverengi tüylü ve sarı gözlüdür.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Pterocles sp.jpg
Bayağı bağırtlak (Pterocles orientalis), uzunluğu 35 cm'yi bulan en yaygın bağırtlak türüdür. İç Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'nun batı kesimlerinde ve Doğu Anadolu'nun bazı yörelerinde yaşamaktadır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,

Balinalar takımının üyeleri memelidir yani hayvanlar âleminin memeliler sınıfında yer alırlar. Bu takımın üyelerinin yaşayan en yakın akrabası su aygırıdır.

Memelilere özgü özellikleri paylaşırlar: Sıcakkanlıdırlar, akciğerleri ile havayı solurlar, canlı doğum yaparlar ve yavrularını kendi sütleri ile beslerler, az da olsa kılları bulunur.

Balina ve yunusları balıklardan ayırmanın bir başka yolu da kuyruklarının şeklidir. Balıkların kuyrukları diktir ve yüzerken sağdan sola hareket eder. Balina ve yunusların kuyrukları ise yataydır ve yüzerken yukarıdan aşağıya doğru hareket eder ve belkemikleri aynı bir insanın belkemiğinin yüzerken hareket ettiği gibi hareket eder.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Resim:DSC 7334.JPG

Balinalar (Latince: Cetacea) içinde balinaları, yunusları ve muturları barındıran, memeliler sınıfında bir takımdır. Biyolojik adlarda "balina" için Latince cetus sözcüğü kullanılır, özgün anlamı ise "büyük deniz hayvanı"dır. Latinceye ise Yunanca'dan geçmiştir. Yunanca κῆτος sözcüğü "balina" ya da "herhangi bir dev balık veya deniz canavarı" anlamındadır.

Balinalar suda yaşama tam olarak uyum sağlamış memelilerdir. Gövdeleri mekik şeklinde, ince uzun ve ortada kalındır. Ön uzuvları değişerek yüzgeçe dönüşmüştür. Arka uzuvları ise çok küçülmüştür, belkemiğine bağlı değildirler ve gövde içinde gizlidirler. Kuyrukları yatay olarak düzleşmiştir. Hemen hemen hiç kılları yoktur ve kalın bir yağ tabakası ile soğuktan korunurlar. Grup olarak yüksek bir zekâ düzeyine sahiptirler.

Balinalar takımında doksan tür bulunur. Tatlısu yunusu olan beş türü hariç hepsi deniz ve okyanuslarda yaşar. Takım iki alt takıma bölünmüştür: çubuklu balinalar (Mysticeti) ve yunuslar ile muturlarıda da barındıran dişli balinalar (Odontoceti).

Balinalar, memeli olduklarından hava solumak zorundadırlar. Bu nedenle su yüzüne çıkarak ciğerlerinden karbondioksiti dışarı vererek taze oksijen solurlar. Dalma sırasında kaslar sayesinde nefes delikleri kapanır ve bir daha su yüzüne çıkana kadar kapalı kalır. Su yüzüne çıktıklarında ise nefes delikleri kaslar sayesinde açılarak soluk verirler.

Balinaların soluk alıp vermek için zaman kazanacak şekilde evrimleşen nefes delikleri kafalarının tepesinde yer alır. Soluk verdiklerinde ciğerlerden gelen ılık hava dışarıdaki soğuk hava ile karşılaştığında yoğunlaşır. Karada yaşayan memelilerin soğuk bir günde soluk verdiğinde oluştuğu gibi küçük bir "buhar" sütunu oluşur. Balinalarda da soluk verirken karşılaşılan bu buhar sütunu her tür için farklı bir şekle, açıya ve yüksekliğe sahiptir. Bu özelliklerine bakılarak uzaktan balinaların türü deneyimli kişiler tarafından tanımlanabilir.

Balinalar su altında, diğer memelilerin kaldığından çok daha uzun bir süre kalabilirler. Su altında kalma süreleri, bu takımın üyeleri arasında bulunan büyük fizyolojik farklar nedeniyle türler arasında büyük farklar gösterir.

Memelilerin kaslarında bulunan miyoglobin derişimi çok farklılık gösterir. Miyoglobin oksijene karşı hemoglobinden daha fazla bir affinite gösterir yani miyoglobin oksijen moleküllerini hemoglobinden daha iyi tutar. Dolayısıyla oksijen almak mümkün olmadığında yüksek miyoglobin derişimi olması yararlıdır. Balinaların kaslarında bulunan miyoglobinin derişimi ne kadar yüksekse o kadar uzun süre su altında kalabilir ve besin arayabilirler.

Yüksek vücut kütlesi de balinalarda daha uzun dalış süresine yardımcı olur. Vücut kütlesinin artışı aynı zamanda kas kütlesinin artışı demektir, dolayısıyla da kaslarda bulunan oksijen deposuda artar. Ayrıca Kleiber yasasına göre bir hayvanın vücut kütlesi arttıkça metabolizma hızı yavaşlar dolayısıyla da birim kütle başına daha az oksijen harcarlar.

Balinaların gözleri büyük kafalarının her iki yanında ve oldukça geridedir. Özellikle ucu sivri gagası olan yunusların ileri ve aşağı doğru oldukça iyi bir binoküler görüş açıları vardır ama İspermeçet balinası gibi küt kafalı balinaların her iki yanı da görebilir ama önlerini ya da doğrudan aşağıyı göremezler. Gözyaşı bezleri yağlı gözyaşı salgılar ve denizin tuzlu suyundan gözleri korur. Balinaların göz lensleri hemen hemen küreseldir dolayısıyla derin sularda az ışık altında odaklanmayı sağlar. Balinaların, yunuslar dışında oldukça zayıf olan görme yetilerine karşın oldukça mükemmel duyma yetileri vardır.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Prionailurus viverrinus.jpg
Balıkçı kedi (Prionailurus viverrinus), Balık kedisi olarak da bilinir, kedigiller (Felidae) familyasından Güney Asya'da yaşayan bir yaban kedisi. Yakın akrabası olan bengal kedisine çok benzese de ondan belirgin bir şekilde daha büyüktür.
Gövde uzunluğu 80 cm olup buna ilaveten 30 cm uzunluğunda kuyruğu vardır. Kürkü yeşilimsi gri renktedir ve siyah beneklerle kaplıdır. Ayrıca başında da siyah şeritler vardır. Balıkçı kedi, pençe tırnaklarını tam olarak içeri çekemeyen az sayıdaki kedi cinslerinden biridir. Pençeleri, perdeli donanıma sahiptir.
Balıkçı kedi Güneydoğu Asya'nın tropik ve subtropik bölgelerine yayılmıştır. Hindistan'ın doğu ve güneyinde, karasal Güneydoğu Asya'da, Sri Lanka, Sumatran ve Java'daki 1 milyon kilometrekareden fazla olan dağılım alanlarının tamamında rastlanabilir. Genelde ormanlarda bulunurlar ve sürekli olarak sulak alanlarda görülürler. Bataklıkları, gölleri ve yavaş akan nehirleri tercih ederler; kuvvetli akışı olan nehir ve dereleri tercih etmezler.
Çoğu kedinin aksine balıkçı kedi iyi yüzücüdür. Avlanırken kıyıda dikilip isabetli pençe darbeleriyle balıkları sudan çıkarmakla kalmaz, ayrıca sıklıkla sığ sularda bata çıka yürüyerek yengeç ve diğer su hayvanlarını ararlar. Yüzerek ve dalarak balıkları avlarken, kurbağa, yengeç ve su salyangozlarını da yerler. Zaman zaman karada da avlanarak, fareleri, kuşları, böcekleri yakalarlar. İstisnai olarak kuzu büyüklüğündeki memeli büyük hayvanlar da avları arasındadır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar. Bir kolonide sayıları 10.000 ile 80.000 arasında değişen arı yaşar. Birarada yaşayan arı sayısının fazlalığına rağmen aralarındaki kusursuz iş bölümü ve disiplin sayesinde, kovandaki işlerde hiçbir aksama olmaz ve kovan içinde hiçbir kargaşa da yaşanmaz. Dış görünüş olarak arılar birbirlerine çok benzerler. Bu benzerliğe rağmen kovana giren herhangi bir yabancı arı tanınır ve kovandan dışarı atılır ya da öldürülür. Her kovanda kraliçenin salgıladığı kimyasal bir madde vardır ve bu madde kovandaki bütün arılar tarafından bilinir. Ayrıca kovandaki bütün arılar da bu maddeyi kraliçeden alırlar yani kraliçe ile aynı kokuya sahip olurlar. İşte bu madde sayesinde aynı kolonideki bütün bireyler birbirlerini kolaylıkla tanırlar. Arılar toplam altı haftalık hayatlarının kalan bölümünde çiçekleri araştıran birer balözü toplayıcısı olurlar. İşçi arılar kovandaki bütün bu işleri yaparken kraliçe arıya düşen görev sadece üremektir. Kraliçe arı bütün ömrü boyunca hiç durmadan yumurtlar, ve bütün ihtiyaçları işçi arılar tarafından karşılanır. Anaarılar 16 günde, işçiler üç haftada, erkek arılar ise işçilerden günlerce sonra erişkin dumuna gelebilir. Daha sonra erişkin anaarılar, içlerinden yalnızca bir tanesi kovanda kalıncaya değin kıyasıya dövüşürler. Bu yeni anaarı kovanın eski anaarısına saldırır. O da yeni bir koloni kurmak üzere bir sürüyle birlikte kovanı terk eder. Buna arıcılıkta oğul verme denir. Bu şekilde arı kolonisi ikiye bölünmüş olur.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Kovan temizliği arıların ve larvaların sağlığı açısından çok önemlidir. Arılar kovanda gereksiz gördükleri her şeyi dışarı taşırlar, taşıyamayacakları kadar büyük olan ve kovana dışarıdan giren böcekleri de öldürürler ve propolis ile kaplayarak bir nevi mumyalama işlemi yaparlar. Propolisin özelliği, içinde bakteri barınamamasıdır. Yani mumyalama işi için ideal bir maddedir.
Arılar 3. günden sonraki bir hafta boyunca ise adeta dadılık yaparlar. Vücutlarındaki bazı salgı bezlerinin harekete geçmesi üzerine, larvaların bakımı işine yönelirler. Larvaların bütün bakımıyla 3 ila 10 günlük arılar ilgilenirler. Larvaların kimini arı sütüyle, kimini de bal ve çiçek tozu karışımıyla beslerler. 10. gününden itibaren işçilerin karnındaki balmumu bezleri gelişmeye başlar ve balmumu yapacak hale gelirler. İşçi arılar artık balmumuyla petek inşa eden inşaat işçileridirler. Arılar 10 gün boyunca petek üretimine devam ederler. Ama doğumlarının 20. gününde yine görev değiştirirler. Bu kez kovan girişinde gardiyanlık yaparlar. Arıların vücudunda yine bir değişim olur ve iğne bezleri zehir üretmeye başlar ve gardiyan olan arılar kovan kapısında nöbet tutarak davetsiz misafirlerin içeri girmesini engellerler. İşçi arıların tamamı dişidir ancak üreme yetenekleri yoktur ve erkek arılarla çiftleşmezler.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Kraliçe Arı, ana arı hücresine bırakılan döllü bir yumurtanın larva döneminde, İşçi Arı olacak larvaya göre daha sık ve daha zengin gıda (Arı Sütü) ile özel beslenmesi sonucunda yumurtadan yetişkine toplam 16 günde oluşur.Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer işçi arılar erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar. Kaliteli ve genç bir Kraliçe Arı, diğer kovan içi ve kovan dışı şartlar da elverişli ise günde 2000 dolayında yumurta yumurtlayabilir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Resim:Bee1web.jpg
Bal arıları (Apis) topluluk yaşamı sürdüren sosyal böcekler olarak, herhangi bir yuvada aile (koloni) oluştururlar. Bal arısı kolonisi, bir kraliçe (Ana arı), birkaç yüz erkek arı ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Bal arısı (Apis mellifera) 1,2 cm uzunluğundadır. Baş ve göğüs bölümü az çok kıllıdır ve genellikle sarı tonlardaki rengi soydan soya değişir. İki büyük bileşik göz, ve üç basit göz, başın tepesinde yer alır. Koku alıcı iki duyarlı anten de keskin görme duyusuna yardımcı olur. Bal arıları toplu halde yaşayan canlılardır ve kovanda yaşamın devamlılığını sağlamak için hep birlikte çalışırlar. Bir kovanda işçi arılar, ana arı ve erkek arılar bulunur. İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir ve büyüdükleri hücreden çıktıkları andan itibaren gelişimleri ile orantılı olarak kovan içindeki görevleri de değişir. İşçi arılar yaşamları boyunca kovan içindeki her türlü işle ilgilenmiş olurlar. İlk üç günleri kovan temizleyicisi olarak geçer. Kraliçe ve işçi arıların iğnesi olduğu halde bal yapmayan erkek arılar iğnesizdir. Erkek arıların spermiyle döllenen Kraliçe yumurtalarının gelişmesiyle dişi arılar, işçilerin yumurtalarından ise erkek arılar oluşur. Kraliçe arı larva halinden itibaren işçi arıların tükürük bezlerince salgılanan arısütüyle beslenerek anaarı haline gelir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
http://img224.imageshack.us/img224/5883/767pxmolamola1bo2.jpg
Ay balığı (Mola mola. Latince mola değirmen taşı demektir), Molidae familyasına ait balık türü. Lezzetsiz ve kötü kokan etinden dolayı ticari değeri yoktur.

Ay balığının derisi 15 cm kalınlığındadır, dünyadaki bütün organizmalar içinde en kalın derisiye sahip canlı olma özelliğini taşır. Bu kalın derisinin üzerinde 50 civarı değişik parazit türü ve çeşitli mikroorganizmalar yaşar. Bu canlılar ay balığının karanlıkta parlamasına yol açabilirler. Ay balıkları bazen, henüz bilinmeyen nedenlerden suyun yüzünde yan yatarlar. Geceleri bu şekilde su yüzünde yan yatarak derisinin mikroorganizmalar sayesinde parladığı anlarda Ay ışığının su yüzündeki gölgesini andırır.

Ay balıklarının yüzgeçleri sivridir ve köpekbalığınkine benzer. Sudan dışarıya dikilen sivri yüzgecini görenler, ay balığını köpek balığı zannedebilirler, ama ay balığı çok sakin bir hayvandır, örneğin kendine yaklaşan dalgıçları çok sakin karşılar.

Vücutları, fugu balığında ve bazı diğer Tetraodontiformes takımına ait balıklarda görülen tetrodotoksin zehirini üretebilir.

Eti yenilmediğinden, insanlar için hiçbir değeri olmasa bile ay balıklarının sayıları denizlerin kirlenmesiyle azalmaya devam etmektedir.

En büyükleri ağzından kuyruğuna kadar 3 metre, sırt yüzgecinden anal yüzgecine kadar 4 metre ve 2 ton ağırlığa kadar varabilirler. 100 yaşına kadar varabildikleri tahmin edilir. 2 ton ağırlıkları dikkate alınarak, toplam 27,000 balık türünü kapsayan kemikli balıklar sınıfının en büyük balığı denilebilir (çünkü boyları 7-8 metreye kadar varan mersin balıklarının ağırlıkları en fazla 1,5 ton olur).

Kaba yapılı vücudunun sanki yarısı eksikmiş gibi görünmektedir. Karın yüzgeçlerinin de eksik olması bu görüntüyü daha da ilginçleştirir.

Daha henüz yavru olan ay balıklarının iyi gelişmiş ve kullanışlı bir kuyruk yüzgeçleri vardır, ama balıklar büyüdükçe kuyruk yüzgeçleride gittikçe genişler ve sonunda dalgalı uzun bir perde oluşturur. Bu yüzgecini ilerlemek için kullanamaz, yalnızca çok büyük olan sırt ve anal yüzgeçlerinin gücü ile ileriye doğru haraket eder. Ay balığı iyi bir yüzücü değildir ve hareketleri çok kabadır.

Sadece iki türden oluşan Mola cinsinin diğer türü Mola ramsayi'dir. Bu türün vücut yapısı biraz daha kibardır.

Dişileri 300 milyon yumurta döker. Bunların çoğu diğer balıklara yem olur. Yumurtadan çıkan yavrular sadece 2-3 milimetre büyüklüğündedirler ve böylece annelerinin büyüklüğü ile orantılı bakış açısından hayvan aleminin en küçük yavrularıdırlar. Yavru balıkların uzun bir dikenleri vardır.

Besinlerini deniz anaları, plankton, küçük balıklar ve diğer küçük deniz hayvanları oluşturur.

Ay balıkları özellikle Asya'nın, Afrika'nın ve Avustralya'nın ılık denizlerinde bulunurlar ve 1000 metre derinliğe kadar dalabilirler. Yaz zamanında Akdeniz'de de görülebilirler.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Dingo3.jpg

Dingo (Canis dingo), köpekgiller (Canidae) familyasından başlıca Avustralya'da ve güneydoğu Asya'da yaşayan etçil yaban köpeği türü.

Eskiden yalnızca keseli hayvanların yaşadığı Avustralya'ya yaklaşık 3500-4000 yıl önce doğu Asya'dan getirilmişlerdir. İri bir köpek boyunda, pas kızılı ya da açık kahverengi sık, yumuşak tüylü, ayakları ve kuyruk ucu beyaz bir hayvandır. Seyrek ağaçlı ormanlarda ve ovalarda yaşar; tek başına ya da sürü halinde avlanıp, kanguru, koyun vb. küçük hayvanlarla beslenir. Dişileri yer altındaki oyuklarda ya da ağaç kovuklarında 4-8 yavru doğurur. Dingolar havlamaz, kesik kesik sesler çıkarıp, acı acı ulurlar. Avustralyada bulunan dingolar 10-12 kg ağırlığındadırlar.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Accipiter nisus juv male 001.jpg

Accipitridae familyasının Accipiter cinsinden 31 yırtıcı kuş türünün ortak adı.

Çakırlarla birlikte Accipitridae familyasının Accipitrinae altfamilyasını oluştururlar.Bütün türleri ormanlarda yaşayan ve daha çok küçük kuşlarla beslenen atmacalar, oldukça kısa, geniş kanatlı ve uzun kuyruklu kuşlardır. Bu özellikleri, avlarına yetişebilmek için kısa sürede büyük hızlara erişebilmelerini ve sık ağaçlar arasında ustalıkla manevra yapabilmelerini sağlar; buna karşılık, şahin, kartal, tuygun gibi daha uzun kanatlıyırtıcılar kadar uzun süre kanat çırpmadan dönemezler.

Atmacalar eğitildikten sonra avlarda kullanılabilmektedir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Küçük, sakin ve dayanıklı bir at çeşididir. Keçi veya koç iriliğindedir. Çocuklar için iyi bir binek hayvanıdır. Hafif gezinti arabalarına koşulduğu gibi maden ocaklarında da istifade edilir. Shetland, İzlanda ve Norveç midillileri meşhurdur.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
İyi bir binek ve yarış atıdır. Özellikle yarış için yetiştirilir. Arab aygırı ile İngiliz yerli kısraklarının çiftleştirilmesinden türetilmiş bir soydur. Arab atından daha uzun bacaklıdır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Çok dayanıklı mükemmel bir binek ve yarış atıdır. Arabistan’a geçen Orta Asya ve Anadolu Türk atlarından türemiştir. İngiliz atlarından daha dayanıklı olup, 24-28 saat hiç su içmeden yol alabilir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Bazı bilim adamlarına göre atı ilk evcilleştiren topluluğun İskitler olduğu söylenmektedir. Tahminen 4000 seneden beri insanlara hizmet etmektedir. Bugünkü modern atların Asya yaban atından türediği şüphelidir. Bazı zoologlar Avrupa yaban atından türediğini ileri sürmektedirler. Evcilleştirilmiş atların birçok soyları vardır. Bugün küçük Midilli atları ile Safkan Arap atlarının soy kütüğü kesin olarak bilinmemektedir.

Atlar 20-30 sene yaşar, bazı kısraklar 15 yaşına kadar doğurur. On bir ay gebe kalır ve genellikle bir yavru doğururlar. Yavrunun gözleri açık olarak doğar ve birkaç dakika sonra ayağa kalkarak annesini takibe başlar. Yük çekme ve taşıma atları, kalın bacaklı, iri cüsselidir. Binek ve yarış atları ince uzun bacaklıdır. Atlar arasında haset yok ise de, birbirlerine gıpta etmek huyları vardır. Bu da yarışta, hendek ve çit atlamada kendini gösterir. Birbirlerine imrenerek daha hızlı koşup öne geçmek isterler. Saatte 60-70 km hızla koşanları vardır. Atların tüy renkleri çeşitli olup, renklerine göre çeşitli isimler alırlar. En tanınmışları: Ak, akçıl, kır, al, alakı, geyik kırı, çil yeşil, al pekmez köpüğü, doru, hurma dorusu vs.’dir.

Erkek eşek ile kısrak eşleştirilirse katır elde edilir. Aygır (erkek at) ile dişi eşeğin birleşmesinden de barda denen katır çeşidi elde edilir. Her iki melez de üremezler. Katır, bardadan daha dayanıklıdır.Ayakları kırılırsa bir daha iyileşmez.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Holsteiner Apfelschimmel-2005.jpg
At, Atgiller (Equidae) familyasına dahil otçul bir memeli hayvan. Evcilleri olduğu gibi, Amerikan bozkırlarında “Mustang” ve Altay dağlarının her iki yanındaki açık arazilerde “Prezevalski” denen yabani atlar sürüler halinde yaşar. En meşhur at türleri Arap, İngiliz ve Midillidir. Midilli atları koç iriliğindedir.

Tek tırnaklılar takımının, Atgiller familyasından bir memelidir. Erkeğine aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılmış, iğdiş edilmiş olana da beygir denir. Küçük başlı ve kısa kulaklıdır. Yelesi ve kuyruk ucu uzun kıllıdır. Ömrü 40 ila 60 senedir.[kaynak belirtilmeli]. Arapça da binek ve yük hayvanı olan ata; dabbe, matiyye, semend, tusen-i sütur denir. Cenk atına da rahş denir. Hepsi otla beslenir. Geviş getirmezler. Memeleri kasık bölgesinde arka ayaklarına yakındır. Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla çevrilmiş olup “ toynak” adını alır. Bunun üzerine basarak yürürler. İnsanlara hizmet eden hayvanların en kabiliyetlisi ve kıymetlisidir. İnsanların, eski harp meydanlarındaki yardımcısı, yük taşımada hizmetçisi, yarış, cirit, çit atlama ve av sporlarında neşe ve zevk ortağıdır. Silah gürültüsüne ve bando sesine rahatlıkla alışır.

At, cesur ve atılgan olduğu gibi sahibine son derece itaatkardır. Sahibi dilerse dolu dizgin, dörtnala koşar, isterse aheste yürür, isterse durur. Her durumda sahibini memnun etmeye dikkat eder. Yorgunluğa bakmaksızın kendini çatlatmak pahasına da olsa olanca gayret ve kuvvetini itaat uğruna sarf eder. Bugün Amerikan bozkırlarında yaşayan Mustang adıyle anılan vahşi atlar, İspanyolların Amerika’ya götürdükleri ehli atlardan kaçanlardan yabanileşenlerdir. Az yiyecekle yetinip, her türlü iklim şartlarına dayanırlar.

Tarpan adıyla anılan Avrupa yaban atının (E. caballus gmelini) 1876’dan beri nesli tükendi. Bugün eski dünyada hala neslini devam ettiren yalnız bir yaban atı vardır. Bu at Orta Asya Moğolistan’ının soğuk ve ıssız ovalarında yaşar. Asya yaban atı veya Prezevalski dendiği gibi Moğolistan yaban atı da denir. Altay dağlarının her iki yanında yaşar. Siyah kısa ve dik yeleleri ile, ağır ve iri başları, küçük kulakları, uzun kıllı kuyrukları ile evcil atlardan farklılık gösterirler. Renkleri kırmızımtrak kahverengi olup çekici bir görünüşleri vardır. Burun kısımları beyazdır. Kışın kılları uzayarak soğuktan korunurlar.

Asya, Avustralya ve Amerika’daki geniş bozkırlarda hâlâ vahşi at sürüleri yaşamaktadır. Evcil atlar haralarda yetiştirilir. Ülkemizde ilk hara 1913’te Aziziye’de kuruldu. Türkiye’nin ilk modern harası ise 1924’te açılan Karacabey harasıdır.

Osmanlı döneminde Eskişehir Mahmudiye'de Çifteler harası önemli bir at yetiştirme merkeziydi. Günümüzde de bu özel yetiştiricilerle arap atı ağırlıklı devam etmektedir. Ayrıca ilçede nalbantlık yüksek okuluda açılmıştır.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/3/35/Asian_red_dog.jpg

Asya yaban köpeği (Cuon alpinus), Kızıl köpek olarak da bilinir, köpekgiller (Canidae) familyasından Asyada yaygın olan bir yaban köpeği türü. Köpekgiller familyasında kurt ve Afrika yaban köpeği gibi büyük sürüler oluşturup, sürü halinde ava çıkan üç türden birisidir.

Kısa zaman önce Türkiye'nin kuzeydoğusunda görüldüğüne dair haberler yayılmışdır.

Asya yaban köpeği, 1 metre (+45 cm kuyruk) uzunluğa, ayakta dururken 45 cm boya ve 20 kg ağırlığa varır. Kızıl-kahverengi ve kavuniçi arasında değişen renklere sahiptir. Alt kısmı beyaz, kuyruğu ise vucudundan daha koyu renk ve kuyruğunun ucu siyah olur. Diğer köpekgiller ile arasında en mühim ayrıcalığı, 42 diş yerine sadece 40 dişi olmasıdır.

Asya yaban köpeği birçok farklı iklimleri kendine memleket edinmişdir. Böylece Altay dağlarından Mançurya'a kadar, güneye doğru Hindistan ve Endonezya'ya kadar yaygındır. Türkistan ve Moğolistan'da neredeyse tamamen yok olmuştur. Son yıllarda Orta Asya'da; Kazakistan, Kırgizistan, Tacikistan ve Rusya'dan Asya yaban köpeğinin izlenildiği hakkında haberler görülmemiştir. Çin'de ve Tibet'de birbirlerinden kopuk ufak populasyonların bulunduğu bilinmektedir. Hindistan ve diğer güneydoğu Asya ülkelerinde de tehlike altındadır. IUCN'ye göre Asya yaban köpeğinin nesli tükenme tehlikesi altındadır, ve dünyada toplam 2500 adet mevcuttur. Bu gelişmenin en mühim sebebleri, yaşamak için ihtiyaci olduğu alanların tahrip edilmesi ve kendisine ev köpeklerinden geçen hastalıklara karşı dayanıksız olmasıdır.

Kısa zaman önce Türkiye'nin kuzeydoğusunda Asya yaban köpeği görüldüğü hakkında bir haber yayılmıştır.

Asya yaban köpeği ve kurtlar genelde birbirlerinden uzak durmaya çaba gösterirler. Bu yüzden kurtların ve Asya yaban köpeğinin yayıldığı bölgelerin arasında çok net sınırlar vardır. Kurtlardan farklı yanlarından birisi açık alanlardan ve çöllerden uzak durmaya çalışmalarıdır. Özellikle ormanlarda yaşamayı tercih ederler, ve bu konuda çam ormanları ile yağmur ormanları arasında ayrım yapmazlar.

Pleistozän çağında "Cuon" cinsinin Avrupa ve hatta Kuzey Amerika'da yaygın olduğu bilinmektedir.

Asya yaban köpeklerinin grub içindeki sosyal davranışları, Kurt ve afrika yaban köpeklerinkine benzemektedir. Sürüleri genelde 5 ila 12 hayvandan oluşur. Görülen en büyük sürü 30 hayvandan meydana gelmişdir. Bir alfa-çift denilen erkek ve dişi sürünün başıdırlar, onların dışında hiç bir sürü üyesi çiftleşip yavru yapmaz. Dişi 60 gün süren bir gebelikten sonra 6-9 yavru dünyaya getirir. Sürünün tüm üyeleri bu yavruların bakımında yardımcı olurlar.

Avlama yöntemleri, afrika yaban köpeğinde olduğu gibidir, ama asya yaban köpekleri daha kısa bacakları ile afrika yaban köpeği kadar hızlı koşamaz. Sürünün 3 ya da 4 üyesi birlik olup bir hayvanı yorulup yavaşlıyana kadar kovalarlar. Ve koşarken bir kaç köpek birden avlanan hayvanının üzerine atlayıp ısırırlar. Ama isabetli bir öldürme ısırıkları olmadığı için, dize getirdikleri av hayvanını bazen canlı canlı yemeye başlarlar.

Avladıkları çoğu hayvanlar kendilerinden çok daha büyüktür; geyik, ceylan, dağ keçisi, yaban koyunu, yaban domuzu ve hatta Gaur(?) ile aksis geyiği tercih ettikleri av hayvanlarıdır. Bunun yanında kemiriciler, leş, böcekler ve ara sıra bitkiler ile de beslenebilirler.

Asya yaban köpeğinin insanların haricinde pek düşmanı yoktur. Sürünün içinde hatta bir ayıya ya da leopara saldırıp onu yiyebilirler. Yeterince köpek biraraya gelince hatta bir kaplanı bile korkutup avını elinden alabilirler.

Asya yaban köpeği kendinden çok daha büyük hayvanları avlamasına rağmen belli sınırları vardır. Örneğin bir insana saldırmış olduklarına dair bugüne kadar hiçbir inandırıcı kanıt gösterilememişdir.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d5/Himalayanblackbear.jpg
Asya siyah ayısı, Ursidae familyasının Ursus cinsine ait bir türdür ve "Tibet siyah ayısı" ya da "Himalaya siyah ayısı" olarak da bilinir. Bu ayılar kış uykusunu yatmaz, yatsa bile bu derin ve gerçek bir kış uykusu değildir. Erkekler ortalama 120-170 kg, dişiler ise 80-130 kg arsındadır. Siyah veya boz renklidir. Tibet, Doğu Sibirya, Çin ve Japonya’da yaşar. Göğsünde “y” harfine benzer beyaz bir leke vardır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Lion waiting in Nambia.jpg
Dosya:Okonjima Lioness.jpg
Aslan (Panthera leo), kedigiller (Felidae) familyasından etçil memeli bir hayvan türü.
Afrika aslanı, savanların en büyük yırtıcısı, dünyanın en büyük ikinci kedisi(en büyük kaplan) gibi unvanları elinde bulunduran 4 büyük kediden bir tanesidir.En büyük kaplan olsa bile aslan en güçlü yırtıcıdır.Erkek aslanın boyu 90 cm’i kuyruk olmak üzere 2,70 metreyi, ağırlığı ise 260 kiloyu bulabilir. Dişiler ise bunun neredeyse yarısı kadardır. Postu kahverengimsi sarıdır. Erkeğin yelesi kahverengimsi sarıdan siyaha kadar değişir. Geniş alınlı, güçlü çeneli, uzayıp çekilebilen tırnaklı, sarımtırak kısa ve yatık tüylüdür. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve güzel bir yele ile süslüdür. Omuzlarının üzerine kadar dağılan bu perçem, kızdığı zaman kabarır. Çok güçlü ve cesur olduğundan dolayı hayvanların kralı olarak adlandırılır. Vahşi hayatta bilinen en güçlü birinci saldırgan kedidir. Korkunç kükremeleri 5 km ileriden duyulabilir.İnsanları av olarak kullanabilirler.
Afrika aslanı çoğunlukla etobur olmakla birlikte bazen yere düşmüş meyveleri de yer. Protein, yağ, karbonhidrat ve maden tuzlarına ek olarak vitaminini çoğunlukla bu meyvelerden ve avlarının iç organlarından alırlar. Aslan, tipik bir şekilde önce avın iç organlarını ve arka kısmını yer. Sonra yavaşça başa doğru gelir.Hayvanat bahçelerinde verilen etlere vitamin de eklenirse hayvan en iyi şekilde gelişir ve başarıyla ürer. Avı çoğu zaman dişi öldürür; fakat her zaman öncelik erkek aslanındır. Sonra sıra dişiye gelir. Yavrular ise sona kalır. Aslan, genellikle antilop ve zebraları avlar. Fakat bazen kamış sıçanı gibi küçük avları yakalar. Çiftlik hayvanlarına da saldırdığı olur. Hatta insanları bile av olarak seçebilir. Fakat asıl avları bir araştırmayla şöyle belirlenmiştir: gnu, impala, zebra, su antilobu, kudu, zürafa. Daha sonraki bir araştırma ise bu avları şöyle listelemektedir: Su antilobu, gnu, kudu, zürafa, samur antilobu, çessebe, zebra, Afrika mandası, rebok. Fakat Afrika aslanları bazen Afrika filleri ve suaygırlarına saldırabilir. Fillerin devasa kulakları insanların duyamayacağı sesleri duyacak kadar hassastır. Fakat gecenin sessizliğinde bu kulaklar hiçbir işlerine yaramayan bir yükten başka bir şey değildir. Ayrıca fillerin görüş yetenekleri fazla iyi olmadığından gece çok savunmasızdırlar. Fakat aslanlar kedilerde olduğu gibi geceleri insanlardan 6 kat daha iyi görürler. Bu yüzden de filleri iyi bir grup çalışmasıyla kolayca alt edebilirler. Suaygırlarına da suyun dışında; yani en savunmasız anlarında saldırarak onları öldürebilirler. Yaşlı ya da yaralı aslanlar, çevik avları yakalayamazlar. Bu durumda çiftlik hayvanlarına saldırabilir. Hatta insanları bile av olarak seçebilir. Özellikle kadın ve çocuklara saldırmak bir alışkanlığa dönüşebilir. Bir keresinde bir grup aslan, Tsavo’daki işçilere saldırarak Uganda demir yollarının döşenmesini durdurmuşlardır. Ayrıca ilginç bir şekilde köpekleri de öldürebilir, fakat onları yemezler.
Savunmada ve av sırasında birleşen aslanlar, avlarını kovalar ya da pusuya düşürürler. Genellikle gece avlanırlar. Av esnasında genellikle kükremezler. Fakat avı kovalarken birbirleriyle bağlantıyı sürdürmek için homurdandıkları olur.Buldukları taktirde leş yemekten de geri durmazlar. Ortalama bir Afrika aslanının hızı saatte 55 km’yi bulabilir. Ancak bu hızını yalnızca kısa bir süre devam ettirebilir. Hız almadan 3,60 m yüksekliğe zıplayıp, 12 metre uzaklığa atlayabilir. İşte bu yüzden Aslan Afrika'nın beş büyükleri listesinde 3. sıradadır.dişi aslanlar erkeklerden daha ağırdır.Dişiler 300 kiloyu bulabilirken erkekler maksimum 260 kg. olurlar.
Afrika aslanı 2 yaşında çiftleşmeye başlar. Fakat tam olgunluğu 5 yaşında erişir. Erkekler poligamdır, yani birden fazla eşleri vardır. Çiftleşme sırasında ve öncesinde erkek sürekli kükrer. İşe karışan erkeklerle kavga edebilir. Gebelik süresi 105-112 gün arasında değişir. Dişi bir doğuruşunda 2-5 arası yavru dünyaya getirir. Yeni doğan yavrular kördür. Ayrıca kürkleri de beneklidir. Gözleri doğumdan 6 gün sonra açılır. Dişi, 3 aylıkken yavruları sütten keser ve onları avlanma dersleri vermeye başlar. Bir yaşındaki yavrular bunu kendileri başarırlar. Yavrular arasındaki ölüm oranı fazladır. Bunun nedeni yavruların en son beslenmesidir. Bu yüzden yavrularda vitamin eksikliği görülür. Fakat bu doğal bir nüfus kontrol yöntemidir. Böyle durumlarda da dişiler yavruları ölümden kurtarmak için onlar için avlanır ve önce yavruları beslerler.
Afrika aslanı, fundalarda, gövde yaparak onları sıcaktan koruyan ağaçların olduğu yerlerde, sazlıklarda yaşarlar. Açık toprakları severler. Kedigiller familyasının tek sosyal türüdürler. Sayısı 20 kadar olan sürüler halinde yaşarlar. Çok büyük sürüler 30 üyeyi barındırabilir. Grubu bir erkek aslan ya da birden fazla erkeğin oluşturduğu bir koalisyon yönetir. Genelde geceleri aktiftirler. Gündüzleri ise tembel bir kediden farkları yoktur. Gölgelik yerlere uzanır ve serinlemeye çalışırlar. Afrika aslanları günde 20 saat uyur.
Afrika aslanının gücüne rağmen birçok düşmanı vardır. Av esnasında zebralar sert bir çifte atarak aslanın dişlerini, kemiklerini kırabilirler. Bu durumda aslan sakat kalabilir, küçük kemirgenlerle beslenmek zorunda kalır. Ayrıca gnu, beyaz antilop, afrika mandası gibi güçlü boynuzları olan avlarından ağır bir boynuz yarası alabilirler. Bu yara onları doğrudan öldürebilir ya da enfeksiyon kapmasına neden olur. Yani her iki durumda da aslanın hayatı tehlikeye girer. Ya da avlarını almak isteyen benekli sırtlanlar onlar için tehlike arz edebilir. 5-6 dişi aslanın avladığı ava 15 sırtlan onların yemeğini kapmakla kalmaz, onlara ağır yaralar da verebilirler. Ayrıca bazen ağaca tırmanan bir aslan inerken sivri dallara takılarak can verebilir.
Yaklaşık 10 bin yıl önce aslanlar Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika olmak üzere 5 kıtada yaygın haldeydiler. Bugün ise Amerika kıtasının tamamında, Asya kıtasının Hindistan hariç her yerinde, Avrupa’nın tamamında ve Afrika kıtasının bir bölümünde nesilleri tamamen tükenmiş halde. Bugün Afrika aslanı alt türü, aslan türünün en kalabalık ırkını teşkil ediyor. Vahşi doğada Afrika aslanı, sadece Afrika kıtasının bazı bölümlerinde bulunur. Sahra Çölü’nün güney bölgelerinde, Orta Afrika’nın yaklaşık yarısında, Doğu Afrika’da ve Güney Afrika’nın küçük bir bölümünde yaşamaktadır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/51/Apis_mellifera_bi.jpg

Arı, zar kanatlılar takımına ait Apoidea familyasını oluşturan tüm böcek türlerine verilen isimdir.

Zar kanatlıların özelliği; içinde enine ve boyuna damarcıklar bulunan ve iki çift saydam zar şeklinde kanatlarının olmasıdır. Arıların vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan meydana gelir. Vücutları yumuşak yapıdaki yoğun bir kıl örtüsüyle kaplıdır.

Baş; Başta gözler, duyargalar ve beslenme organları bulunur. Baş vücudun ikinci kısmı olan göğüse ince oynak bir boyunla bağlıdır. Göğüs ve karın segment denilen halkalardan oluşmaktadır.

Arının petek şeklinde bir çift bileşik ve üç adet basit gözü vardır. Basit gözlerin her biri binlerce küçük üniteden oluşmaktadır. Bileşik göz ana arıda 3.000, işçi arıda 4.000 ve erkek arıda 8.000'den fazla basit gözün birleşmesinden meydana gelmiştir.

Başta bir çift duyarga bulunmaktadır. Bunlar koku, tat ve dokunma hissetme duyularını sağlarlar. Duyargalar içerisinde bulunan sinir uçları sayesinde duyularına ek olarak rüzgar hızını ve hava sıcaklığını da algılayabilmektedirler. Arıların duyargaları o kadar hassastır ki 2 km mesafeden balın kokusunu alırlar.

Arıların ağız yapısı; üst dudak, üst çene, alt çene ve alt dudak olmak üzere dört kısımdan meydana gelir. Dil 6-7 mm arasındadır ve arı ırkına göre değişir.

Baş iç yapı itibariyle de önemli salgıların yapıldığı kısımdır. İşçi arıların yutak üstü salgı bezleri genç yaşta arı sütü, daha ileriki yaşlarda baldaki sakarozu parçalayan enzimler salgılarlar. Çenede bulunan bezler ana arıda ana arı feremonunu, işçi arılarda ise alarm feremonunu salgılamaktadır.Arılar çalışkandır.

Göğüs arının hareket merkezidir. Dört adet segmentten meydana gelmiştir, bunların üzerinde üç çift bacak ve iki çift kanat bulunmaktadır. Arının orta bacakları üzerinde polen fırçası denilen sert tüyler bulunur. Bunlar çiçeklerde bulunan polenin göğüsten ve ön bacaklardan arka bacaklara aktarılmasını ve arka bacaklarda bulunan polen sepetine toplanmasını sağlar. Bu polen sepetçikleri polenin kovana taşınması görevini görmektedir. Kanatlar kitinleşmiş damarlarla desteklenmiş çok ince zar şeklindedir. İki çifttir. Uçuşta arka kanatlar daki kanca sayesinde ikisi birlikte çalışır, uçuşu ve uçuşu yönlendirmeyi de sağlarlar. Arının uçuş sırasındaki hızı saatte 50 km.'ye yaklaşır.

Karın (Abdomen), ergin arıda 9 segmentten oluşur ve mide, bağırsak ve üreme organları gibi iç organlarla balmumu bezleri ve iğne bulunur. Segmentlerde bulunan sağlı-sollu bir çift mum salgı bezi (balmumu aynası) işçi arıların balmumu yapma döneminde kalınlaşarak mum salgılama yeteneğini kazanmaktadırlar. Sıvı olarak aynalar üzerine salgılanan mumlar, mum ceplerinde katılaşarak küçük pulcuklar halini alır. Arılar zincirleme birbirine tutunarak özel hareketlerle balmumu sızdırmaktadırlar. Ayaklar yardımıyla ağza götürülen balmumu pulcukları orada yumuşatılarak yoğrulmakta ve böylece petek gözlerinin yapımında kullanılmaktadır. Mum örme dönemini tamamlayan işçi arılarda mum salgı bezleri tahrip olur ve birer sıra hücre tabakasına dönüşür.

İşçi arıların 7. abdominal segmentinin (karın halkası)iç yüzeyinde ve sırt plakasının ön kenarına yakın kısmında büyük hücrelerden oluşan koku bezi (nasanof bezi) bulunmaktadır.

İşçi arılar ve ana arıda abdomenin (karın) sonunda iğne bulunmaktadır. İğne, iğne odacığından çıkan ince, sivri uçlu bir savunma organıdır. Bu iğne bir zehir kesesine bağlıdır. İşçi arıların iğnesi geriye çentiklidir; bu yüzden işçi arılar birisini sokmak üzere iğnesini batırdığında geri çekemez. Çentikler testere ağzını andıran çıkıntılar olup bu çıkıntıların sivri uçları iğnenin batış yönünün tersine yöneliktir. Bu nedenledir ki arılar kendi hayatını tehlikede görmediği sürece insanı sokmaz. Arıların sokması savunmalarının en son safhasıdır; önce sesle uyarırlar, daha sonra toplu halde gürültü yaparlar, hâlâ tehlike hissederlerse hızla tehlike gelen yere doğru uçup çarparak korkutmaya çalışırlar; olmadı en son sokarlar. (Arının iğnesi böceklere karşı savunma olduğundan sert kabukdan çıkabilir, insan ve hayvan etinden çıkmaz. İğnesi bağırsaklara bağlı olduğundan iç organları parçalanır ve ölür.)Ayrıca arılar kendi aralarında konuşur.

Yaklaşık 5 bin yıldır birçok hastalığa karşı tedavi amaçlı kullanılan arıların can yakan zehri, son yıllardaki bilimsel çalışmalarla kanser için de umut oldu. Mısır apiterapi Ulusal Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Gaffar Hegezi, Çukurova Üniversitesi'nce düzenlenen Türkiye 3. Arıcılık Kongresine katılmak üzere geldiği Adana'da, zehir dahil tüm arı ürünlerinin, ülkesinde 5 bin yıldır tedavi amaçlı kullanıldığını söyledi. Hegezi, başta ABD, Kanada, Japonya, Çin olmak üzere birçok ülkenin günümüzde arı ürünleriyle tedaviye büyük önem verdiğini belirtti.Prof. Dr. Hegezi, apiterapi (arı ürünleriyle tedavi) konusunda çok sayıda bilimsel çalışma yapıldığını, arı ürünlerinin tablet, iğne , sprey, krem ve benzeri şekillerde ilaç formunda üretilmeye başlandığını vurguladı.Hegezi, arı zehrinin nörolojik ve fiziksel kökenli birçok hastalığın tedavi edilmesinde etkin olduğunu belirtti: Arı zehri kan dolaşımını düzenler, bakterileri öldürür, cildi gençleştirir, mide suyunu artırır. Radyasyona karşı koruyucu etkisi vardır. Tansiyonu düşürür, hücreleri yeniler. Kalp, damar hastalıklarının tedavisinde büyük yararlar sağlar. "Son yıllarda çeşitli kanser tipleri tedavisinde arı zehri uygulamaları umut verici sonuçlar ortaya koymuştur.ardeşende metehan mollamehmetoğlu tarafından 103 köyde yapılan araştırmalara göre deney hayvanları tümör oluşumuna neden olan antijen verildikten sonra iki gruba ayrılmış ve grubun birisine arı sütü verilmiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldükleri halde arı sütü alan grupta kanserden ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlar niteliktedir

Arılar peteklerini altıgen biçimde yaparlar. Çünkü altıgen, en az malzeme kullanarak en fazla balın depolandığı dolayısıyla da en fazla faydanın sağlandığı biçimdir.Ayrıca altıgen biçimde peteğin dayanıklılığı da maksimumdur. .Petekler daire biçimli ya da beşgen biçiminde olsaydı aralarda boşluklar meydana gelirdi.Üçgen ya da dörtgen biçimli peteklerde boşluk kalmaz. Ancak bunlarda da altıgen biçimine göre daha fazla malzeme kullanılması gerekirdi.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Ovis ammon by Line1.jpg

Argali (Ovis Ammon) boynuzlugiller familya'sından Asya’da Kazakistan, Tacikistan, Doğu Türkistan, Tibet, Altay Dağları’nda ve Batı Moğolistan’da yaşayan yabani bir koyun tür’üdür.Yaşayan koyunların en irisi olan argali çifttırnaklıların en büyük türlerinden bir tanesi olarak bilinir.

Erkek Argalilerin yüksekliği 1.25 metre ağırlığı ise 200-230 kilogram arasındadır.Dişi Argali erkeğe oranla daha küçüktür 150-190 kilogram arasındadır ve boynuz'ları daha biçimlidir daha küçüktür.Koç'ların büyük sarmal boynuzları özellikle 1,8 metre uzunluğundaki Pamir Argalisinde (ya da Marko Polo koyununda) iyice büyük ve kalındır.

Farsça büyük boynuz anlamındaki arga kökünden türetilen Argali sözcüğü Türkçe konuşan uluslar arasında başka yaban koyunu türlerini adlandırmak amacıyla da kullanılır. Sürüler halinde daha çok bulunduğu yerler Kazakistan Doğu Türkistan ve Tibet'tir.Bu yabani koyun, ot, yeşillik, meyve ve ağaç yaprak'larıyla beslenir.

Sarp dağlık yamaçlara çok rahat tırmanır, patika ve uçurum kenarında dolaşmaktan çekinmezler. Gebelik süreleri 23 hafta kadardır. Dişi, her batında bir yavru, ender olarak iki yavru doğurur. Yavruları tüylü ve gözleri açık doğarlar. Birkaç saat içinde ayağa kalkarak annelerini izlemeye başlarlar. 6 ay içinde erginleşip üreyebilirler. 12-15 yıl kadar yaşarlar. Argalinin evcil koyun'un atası olduğu kabul edilmektedir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
http://savemanul.org/images/full/Prey_jerboa.jpg

Kırtavşanı, adatavşanı, yerköpeği veya daha çok bilinen adıyla araptavşanı (Allactaga williamsi) Orta Anadolu Bölgesi ve Batı Anadolu Bölgesi ovalarıyla Doğu Anadolu'nun yayla ve steplerinde görülür. Türkiye'de yaşayan diğer türlerinden A. elater genellikle Iğdır-Kars dolaylarında, A. euphratica Şanlıurfa civarında yayılım göstermektedir. Çok fazla bilinen ve rastlanılan bir tür değildir.

Bitki örtüsü bozulmamış, seyrek otlu, zemini sert, 350 ila 2 bin 600 metre yüksekliğe kadarki doğal alanlarda yaşar.

Gececil bir kemirgen türüdür. Kanguru gibi zıplayarak yol alır. Yaşadığı yerlerde kalabalık koloniler kurar. Herhangi bir tehlike ile karşılaştığında hızlı manevralarla yuvasına girip yuva ağzını hemen kapatır. Jerboa olarak da bilinir. Arap ülkelerinde özellikle Suriye’de avlanılıp yenilir. Ülkemizde tarım nedeniyle hızla sayıları azalmış, özellikle Fırat arap tavşanının nesli tükenmek üzeredir. A. williamsi ve A. euphratica IUCN tarafından kırmızı listeye alınmıştır.

Cihan Haber Ajansının 14 Ağustos 2007 tarihli haberinde; Denizli'nin Acıpayam İlçesi'nde, Eşeler Yaylasının Gümüş Köyü mülki hudutları içindeki bölümünde, Veli Turan ve iki arkadaşının yakaladıkları ve evlerine getirdikleri hayvanın Arap tavşanı (Allactaga williamsi) olduğu ortaya çıkmıştır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , , , ,
Dosya:Springbok etosha.jpg
Antilop, Bovidae familyası içerisindeki 100 kadar otçul hayvan türüne verilen addır. Zarif yapılı olan antiloplar da sığırlar gibi çift toynaklı ve geviş getiren hayvanlardandır. Bulunmuş fosiller bize Asya ve Avrupa'nın birçok yerinde antilop yaşadığını söylemektedir. Buna karşılık antilop türlerinin çoğu Afrika'da, sadece 8 türü Asya'da yaşamaktadır. Kuzey Amerika'ya özgü olan Amerika antilobu (Antilocapra americana) ise adına rağmen antiloplarla aynı familyadan bile değildir. Antiloplar, çatallanmadan uzayan boynuzlarını dökmezken, Amerika antilobunun çatallanarak uzayan boynuzlarını yılda 1 defa dökerler.
En büyük antilop türü olan büyük eland (Taurotragus derbianus), 2 metrelik omuz yüksekliğine ve 700 kg ağırlığa sahiptir. Ondan sonraki en büyükleri ise demirkır antilop (Hippotragus equinus), büyük kudu (Tragelaphus strepsiceros) ve dağ nyalasıdır (Tragelaphus buxtoni). En küçük antilop türü olan kral antilop (Neotragus pygmeaus) ise 25 cm uzunluğa ve neredeyse 2 kg ağırlığa sahiptir. Ondan sonraki en küçükleri olan dikdikler (Madoqua cinsi) ise biraz daha iricedir.
Antilop türlerinin çoğu yaşamak için açık ve geniş otlakalanları tercih etmiştir. Örneğin sayga (Saiga tatarica) ve çiru (Pantholops hodgsoni) Orta Asya'nın soğuk ve kuru bozkırlarında yaşamayı seçmiştir. Hindistan'ın ovalarında yaşayan Kara antiloplar (Antelope cervicapra) genellikle 1 erkeğin yönettiği küçük sürüler halinde yaşarlar. Orikslerin (Oryx cinsi) 3 türü de çöllerde ve yağış almayan otlaklarda yaşarlar. Addaks (Addax nasomaculatus) ise yalnızca Sahra Çölü'nün kuzeyinde yaşar. Dev samur antilobu (Hippotragus niger varani) ise tükenmenin eşiğine gelmiştir. İmpala (Aepyceros melampus) ve keseliceylan (Antidorcas marsupialis) ise bir sıçrayışta yerden üç metre havalanıp 15 metre ötyeye sıçramalarıyla ünlüdür. Gerenuk (Litoceranus walleri) Afrika'nın kuzeydoğusundaki çalılıklarda yaşar. Oralarda geniş otlaklar olmadığından arka ayaklarına kalkıp ağaçların en alt dallarına ulaşabilirler. Güney Afrika'daki çalılarda yaşayan suni (Neotragus moschatus) ise çalılarla beslenir ve hemen mehen hiç su içmez. Çizgili gnu (Connochaetes taurinus) Doğu ve Güneydoğu Afrika'daki çayırlarda hala çok yaygındır. Ak-kuyruklu gnu (Connochaetes gnou) ise sadece birkaç koruma alanında bulunmaktadır. Kaya antilobu (Oerotragus oerotragus) Güney Afrika'nın sarp dağlarında yaşar ve uçurumları uçarcasına aşarak bir taştan diğerine ustalıkla sıçrar. Boz duiker (Sylvicapra grimmia) ekvatorun yakınlarındaki tepelerinden kar eksik olmayan dağların yüksek kesimlerinde sık çalılıklar arasında yaşar. Kob (Kobus kob), Leçve (Kobus lechve) ve su antilobu (Kobus ellipsiprymnus) suya yakın yerlerde yaşamayı severler. Bu üç türün erkekleri 2,5 km'lik bir alanı bütün yabancılara karşı korurlar. Sitatunga (Tragelaphus spekei) neredeyse tüm zamanını suda geçirir. Ormanlarda yaşayan bongo sırtındaki beyaz çizgileri sayesinde orman zenininde kolayca gizlenir. Orta Afrika ormanlarındaki en yaygın antilop türü olan duikerler (Cephalopus cinsi) yere düşmüş meyvelerle beslenir.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:EnglishAngoraRabbit.jpg
Ankara tavşanı, diğer adıyla Angora tavşanı uzun ve yumuşak tüyleriyle tanınır. Ankara keçisi ve kedisi gibi safkan tavşanlar, Ankara ilinden tüm Dünya'ya yayılmışlardır. 1700'lü yıllarda Avrupa'da Fransız yüksek tabakasının rağbet ettiği en popüler evcil hayvan olmuşlardır. 1900'lü yılların başında ise Amerika'da tanınmaya başlanmışlardır. Birçok varyetesi türetilmiştir. Fransız, Alman, Dev, İngiliz, Satin, Çin, İsveç, Finli türleri gibi. Yalnız yerel Amerikan tavşan besleyicileri klubünün (ARBA) kategorize ettiği İngiliz, Fransız, Dev ve Satin türleridir. Türkiye'de tüylerinin tekstil endüstrisinde hammadde olarak değerli olmasından ötürü besiciliği yapılmaktadır. Sıcak tutması açısından koyun yününden iki kat daha verimlidir. Lakin beslenmesi özellikle kırpılacak uzunluğa gelene kadar tüylerinin korunması zor, özel beslenme alanına ihtiyaç duyduğundan pek yaygınlaşamamıştır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Kondor 2.JPG

And kondoru (Vultur gryphus), Yeni Dünya akbabaları (Cathartidae) familyasından olan ve Vultur cinsindeki tek kuş türüdür. Güney Amerika'ya özgü olan bu yırtıcı kuş türü And Dağları'nda ve Büyük Okyanus kıyılarında bulunur. Batı Yarımküre'nin en büyük uçan kara kuşudur.

And kondoru, boynunun altında beyaz yaka tüyleri ve özellikle erkek kuşların kanatlarında beyaz lekeler bulunan büyük ve siyah bir akbabadır. Baş ve boyun hemen hemen tamamıyla tüysüz ve donuk kırmızı renktedir. Kuşun heyecan durumuna göre baş ve boyun parlak kırmızı renge dönüşebilir. Erkeklerin boynunda sarkık bir gerdan ve başın üst ön kısmında koyu kırmızı bir ibik bulunur. Yırtıcı kuşların çoğunun tersine erkek dişiden daha büyüktür.

Kondor, asıl olarak hayvan leşi ile beslenir, geyik ve sığır gibi büyük hayvan leşlerini tercih eder. Cinsel olgunluğa beş ile altı yaşında erişir ve genel olarak ulaşılmaz yamaçlarda 3.000 ile 5.000 m yükseltide yuva yapar. Normal olarak bir ya da iki yumurta yumurtlar. 50 yıla kadar varan ömrü ile dünyanın en uzun yaşayan kuşlarından biridir.

And kondoru Arjantin, Bolivya, Ekvador, Kolombiya, Peru ve Şili'nin ulusal sembolüdür. Güney Amerika And Dağları bölgesinin folklor ve mitolojisinde önemli rol oynar. And kondoru IUCN tarafından neredeyse tehdit altında türlerden sayılmaktadır. Doğal yaşama alanlarının azalması ve avcılar tarafından öldürülen hayvan leşlerinden kaynaklanan ikincil zehirlenmeler karşılaştığı tehditlerdir. Çeşitli ülkelerde doğal ortamı dışında üreme programları başlatılmıştır.

And kondoru Carl Linnaeus tarafından 1758 yılında Systema Naturae adlı eserinin onuncu basımında tanımlanmıştır ve hâlâ orijinal ikili adı olan Vultur gryphus 'u korumaktadır.[1] And kondoru bulunduğu ülkeye göre Arjantin kondoru, Bolivya kondoru, Ekvador kondoru, Kolombiya kondoru, Peru kondoru ya da Şili kondoru olarak da adlandırılabilir. Cins ismi olarak kullanılan Vultur Latince "akbaba" anlamına gelen vultur ya da voltur sözcüklerinden alınmıştır.İkili ismi ise Yunanca γρυπός (grupós, "çengel burunlu") sözcüğünden gelir. Kondor adı ise Quechua cuntur sözcüğünden gelmiştir.

And kondorunun ve Yeni Dünya akbabalarının diğer altı türünün doğru taksonomik yeri henüz tam olarak belirlenememiştir. Görünüş olarak birbirlerine benzemelerine ve ekolojik olarak aynı görevlere sahip olmalarına rağmen Yeni Dünya ve Eski Dünya akbabaları dünyanın farklı bölgelerinde farklı atalardan evrime uğrayarak gelmişlerdir ve aralarında yakın bir bağ yoktur. Bu iki ailenin ne kadar farklı olduğu hâlâ tartışılmaktadır. Bazı otoritelerin ilk yorumları Yeni Dünya akbabalarının leyleklerle yakın akraba olduğu yönündeydi. Yakın zamanda ise otoriteler Eski Dünya akbabaları ile birlikte Gündüz yırtıcı kuşları takımında oldukları görüşünü paylaşmakta, ya da kendilerine ait olan Cathartiformes takımına sokmaktadırlar. Güney Amerika Sınıflandırma Komitesi Yeni Dünya akbabalarını Leyleksiler takımından çıkararak Incertae sedis yani belirsiz olarak sınıflandırdı ama Gündüz yırtıcı kuşlarına ya da Cathartiformes takımına alınabilmelerinin mümkün olduğunu belirtti.

And kondoru, Vultur cinsinde kabul edilen tek yaşayan türdür. Yoğun fosil kalıntılarından bilinen Kaliforniya kondorunun aksine And kondorunun günümüze kadar çok az fosili bulunmuştur. Plio-/Pleistosen döneminin Güney Amerika kondorlarının günümüzdeki türden çok farklı olmadığı belirlenmiştir. Ancak Bolivya'da Tarija ilinde Pliosen dönemi kalıntılarında bulunan görece küçük kemiklerin daha küçük bir alt türe ait olduğu sanılmaktadır.

agadan kuyruğa ortalama boyu Kaliforniya kondorundan yaklaşık beş cm kısa olsa da And kondorunun 274 ile 310 cm arasındaki kanat genişliği daha büyüktür. Aynı zamanda daha ağırdır; erkekler 11 ile 15 kg'a, dişiler de 7,5 ile 11 kg'a ulaşırlar. Boyları 117 ile 135 cm arasında değişir. Ölçümler genellikle doğal hayatın dışında yetiştirilen kondorlardan alınmıştır. Erişkin kuşların tüyleri siyahtır ancak boyunlarının alt kısmında çepeçevre beyaz tüylere ve özellikle de erkeklerin kanatlarında, ilk tüy dökmeye kadar tamamlanmayan geniş beyaz kuşaklar bulunur. Baş ve boyun kırmızı ve siyaha çalan kırmızı renktedir, çok az tüy bulunur. Baş ve boyun, kuş tarafından sürekli olarak temiz tutulur, kellikleri hijyen için uyum sağlamıştır, yüksek rakımlarda çıplak deri ultraviyole ışınlara ve dehidratasyona maruz kalarak sterilize olur. Başın üst kısmı düzdür. Erkeklerde başın ön kısmında kırmızı bir ibik bulunur, boyun derileri katlanarak sarkık bir gerdan oluşturur. Kuşun heyecan durumuna göre baş ve boyun derisi kızarır ve bu bireyler arasında iletişim için kullanılır. Genç kuşlar genel olarak grimsi kahverengidir, baş ve boyun derileri siyahımsı ve boyun tüyleri kahverengidir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
http://www.ceturk.com/forum/uploads/hobar/2006-12-10_202817_pars+.jpg

Anadolu parsı, Orta Doğu ve Batı Asya'da yaygın olan İran leoparının (Panthera pardus saxicolor) Anadolu'da yaklaşık 30 yıl öncesine kadar yaşamış olan bir ırkıdır. Uzun süre ayrı bir pars alt türü olarak kabul edilmiş ve Panthera pardus tulliana adı verilmiş, ancak modern genetik araştırmalar sonucu İran parsı ile arasında genetik fark bulunmadığı kanıtlanmıştır.

Anadolu parsının Anadolu'da hâlâ yaşadığı iddia edilmesi günümüze kadar sürmekte olsa da hatta bazı kişiler Antalya civarında kendilerine saldırdığını idda etse de, Anadolu'da varlığı 1974 yılından bu yana güvenilir şekilde kanıtlanamamıştır. Bundan dolayı en son bireyin 1974'de Beypazarı'nda vurulduğu kabul edilmektedir.

Boyu 200-250 cm, ağırlığı dişilerde 35-50 kg, erkeklerde 45-70 kg civarındadır. Yaklaşık ömrü 20 yıldı. Çok çevik olan Anadolu parsı, etoburdur ve geyik, yaban keçisi, yaban domuzu, küçük memeliler ile kuşlar gibi hayvanlar, av yelpazesini oluşturur. Anadolu parsı, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha çok ormanlık ve dağlık alanlarda yaşamıştır. Doğal yaşam alanları ve av kaynaklarının azalması parsları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmıştır.

Anadolu parsı varlığı ile ilgili son resmî kayıt 17 Ocak 1974 tarihinde Beypazarı ilçesinin 5 km batısında bulunan Bağözü köyünden bir kadına saldırması sonrasında vurularak öldürülmesiyle gerçekleşti. 2001 yılında Doğu Akdeniz bölgesi Dandi mevkiinde ve Doğu Karadeniz bölgesi Müsikli Deresi'nde, 2004 yılında da Doğu Karadeniz bölgesi Pokut Yaylası'nda görüldüğü iddia edilmiştir. Ancak bu alt türün doğal yaşam alanları bilindiğinden bu kaydın bilimsel değeri yoktur ve muhtemelen bir vaşak ile ilgili veya bir başka pars alt türüne ait olma olasılığı olan şayet anadoluda leopara ait başka alt türler de vardır bu gözlemi, Anadolu parsı olarak lanse etmek muhtmelen sadece "iyi niyetli" bir spekülasyondan ibarettir.

Ayrıca 2006 yılında Mersin'deki Kayacı Vadisi ormanlık alanında kameralar tarafından bir Anadolu parsı tespit edildiği iddia edilmiş, ancak bu görüntüler de kamuoyu ile paylaşılmamıştır.

Tüm bu iddiaların doğa koruma örgütlerince bu türe yönelik kamuoyu ilgisini maddî desteğe tahvil etmek için kurgulandığı iddiası da, farklı çevrelerce dile getirilmektedir.

20. yüzyılın sonlarını görebilmiş son bir kaç bireyin, soylarını devam ettirebilecek gen havuzuna sahip olmadıkları ve 21. yüzyıla ulaşamadıkları kesinleşmiş gibidir. Doğu Toroslar'da kalmış olabileceği varasayılan son 10-11 bireyle ilgili herhangi bir iz bulunamamıştır.

Anadolu parsının varlığını kanıtlamak için doğa gönüllülerinin çabaları aralıksız sürmektedir. Resmî olmayan kayıtlara göre Mersin çevresi en son görüldüğü yerlerdir. Ayrıca Dilek Yarımadası Millî Parkı Anadolu parsını millî park içinde korunan hayvanlar arasında göstermektedir. Bazı bilim adamları Anadolu parsının hala varlığını sürdürdüğünü ama gelecek için yeterli popülasyonunun olmadığını söylemektedirler.

Tür büyük olasılıkla aşırı avlanma sonucu yok olmuştur. Mantolu Hasan adındaki yerel avcının tek başına en az 15 tane Anadolu parsı vurduğu bilinmektedir.

Anadolu parsının Türkiye sınırları dahilinde herhangi bir şekilde avlanması, 22.000 YTL para cezasından başlayan yaptırımların yolunu açmaktadır.

Anadolu parsına ilk bilimsel ismi olan Fellis tulianayı Fransız Zoolog M.A. Valenciennes 1856 yılında vermiştir. Valenciennes'e bu ismi panter ile ilgili ilk tarihi kayıtları biraraya getiren Romalı Marcus Tullius Cicero'ya atıfla vermiştir.

Daha sonraları yapılan sınıflandırmada, parsın 27 adet alt türünden birisi olduğu kabul edilmiş ve adı Panthera pardus tulliana olarak değiştirilmiştir. Ancak 1996 yılında Steve O'Brien'ın kurduğu bir tim tarafından yapılan genetik araştırmalar sonucu parsın 27 değil sadece 8 alt türü var olduğu ve Anadolu parsının da İran parsı ile arasında hiçbir genetik farkı olmadığı tespit edilmiştir. Böylece Anadolu parsı, Orta Doğu'da yaşayan ve ayrı alt türlere mensup oldukları sanılan parslar ile birlikte İran parsı alt türüne eklenmiştir. Bundan dolayı Anadolu parsı artık iran parsının bir ırkı olarak görülür.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Schwarzbär-Omega Park.jpg

Amerikan siyah ayısı (Ursus americanus), ayıgiller (Ursidae) familyasının Ursus cinsine ait bir ayı türüdür. Ana vatanı Kuzey Amerika'daki en yaygın ayı türü olan Amerika siyah ayısına, kuzeyde Kanada ve Alaska'dan güneyde Meksika'ya ve doğuda Atlas Okyanusu'ndan batıda Büyük Okyanus'a kadar olmak üzere, kıtanın büyük çoğunluğunda rastlanır. Bahsedilen bu geniş alan, Kanada'nın Prens Edward Adası dışındaki tüm bölgeleriyle ABD'nin elli eyaletinden kırkını kapsar. Avrupalılar'ın Kuzey Amerika'yı kolonize etmelerinden önceki nüfusunun 2 milyon kadar olabileceği düşünülen Amerika siyah ayısının toplam sayısı, yaşam alanlarının bozulması ve sınırsız avlanma nedeniyle, bir dönem 200 bine kadar gerilemiştir. Günümüzde ise 800 binden fazla bireyin yaşadığı düşünülmektedir.

Kaynak

  • American Black Bear. İngilizce Wikipedia. (Sürüm: 18 Mart 2007)
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Dosya:Goldstumpfnasen (Rhinopithecus roxellanae).jpg
Altın Maymun (Rhinopithecus Roxellanae) Çin Halk Cumhuriyeti'nin dağ ormanlarında sarp kayalıklarında yaşayan 55-58 santimetre uzunluğundan başka 60 santimetrelik de bir kuyruğu olan bir Maymun türüdür.Eski Dünya maymunlarındandır.Önmaymunlar (Prosimiyenler) grubuna girerler.Dişi Altın Maymun, erkeğinden daha küçüktür.Kışın 60-70 bireylik bir sürüyle ormanlarda dağlarda yiyecek yemek ararlar.

Özellikle besinlerin bol olduğu yazın sürünün sayısının 300'e kadar ulaştığı olur.Bölgede 1000 yıldır uzun tüyleri nedeniyle avlanan bu maymunların kürkleri kürklü giysilerin yapımında kullanılmaktadır.Günümüzde de yaşam alanının giderek azalması nedeniyle büyük bir tehlikeyle karşılaşmış olmakla birlikte şimdi koruma altındadır.

Bulunduğu ortamı dışında, özgürlüğüne düşkün olduğu için Hayvanat bahçesi'nde çok uzun zaman yaşayamayan Altın Maymunun dünya'da 3000-4000 kadar örneği kalmıştır.Şimdi Çin Halk Cumhuriyeti tarafından Sichuan, Gansu, Shaanxi, Hubei yime Kinling dağlarında koruma altına alınmıştır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:GermanWirehrPtr1 wb.jpg

Alman Telsi Tüylü Puanteri, postu dışında her yönüyle Alman Kısa Tüylü Puanterine benzeyen köpek ırkı.

Alman Telsi Tüylü Puanterinin postu iki tabakalıdır: Yumuşak, sık alt tabaka, düz sert ve telsi tüylerden oluşan üst tabaka, Almanya'da 19. yüzyıl'ın ikinci yarısında, Alman Kısa Tüylü Puanteri ile birkaç cinsin melezleştirilmesiyle elde edilmiştir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:GermanShorthPtr wb.jpg

Alman Kısa Tüylü Puanteri, Alman av köpeği.

19. yüzyıl'ın sonlarında Alman avcılarının yetiştirdikleri Alman Kısa Tüylü Puanteri, kokusundan yerini belirlediği avını, hem karada, hem suda izleyip, yakalayabilir. Yükseklikleri 62,5 cm dolayında, ağırlıkları 32 kg'ın üstündedir. Açık ya da koyu kahverengi olan pürüzsüz postunda, grimsi beyaz ya da koyu kahverengiden, karaciğer rengine kadar benekler bulunabilir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Alaskanmalamute0b.jpg
Alaska Malamutu, Alaska'ya özgü iş köpeği. Başlangıçta Alaska'nın kuzey kesimindeki Malamut Kızılderilileri tarafından kızak çekmekte kullanılan Alaska Malamutu, günümüzde özellikle çocuklara son derece sevecen davranışından ötürü evlerde de beslenmektdir. Güçlü bedenli ve geniş omuzlu bir köpektir. Boyu 54 cm - 63,5 cm'yi, ağırlığı 35 kg'ı bulur. Kürkü, sert dış tüyler ve daha yumuşak iç tüylerden oluşur. Kuyruğu tüylü ve sırtına doğru kıvrıktır. Pençeleri geniştir ve karada kolayca koşmasını sağlayacak biçimde tüylerle kaplıdır. Kahverengi, badem biçimi gözleri ve gri ya da siyah-beyaz kürküyle, kurtu andıran bir görünüşü vardır.
Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,

http://www.tamerzeybek.com/fotolar/200805260942011.jpg

Alamecek (Rhodopechys sanguinea), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından Türkiye'de bulunan soluk renkli bir kuş türü.

Ortalama kanat açıklığı 32 cm'dir. Sırtı açık kahverengi, karnı soluk sarı ve her iki kanadı pembe çizgilidir. Rhodopechys cinsinin diğer türlerinden başının siyah renkli oluşu ile ayrılır. Dağlık, kayalık yerlerde yaşar. Tohum yer ve kışın tarım alanlarında sıkça görülür. Dişi yuvaya 4-5 mavi hafif çizgili yumurta bırakır.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Garrulus glandarius 1 (Marek Szczepanek).jpg

Bayağı alakarga (Garrulus glandarius), kargagiller (Corvidae) familyasından kanat lekeleri mavi ve beyaz, kuyruk sokumu beyaz, kuyruğu siyah bir kuş türü.

Uçuşta beyaz kanat paneli, kuyruk sokumu ve siyah kuyruğu ile hemen tanınır. Genellikle tek başına ya da küçük gruplar halinde bulunur, ilkbahar gösterilerinde daha büyük gruplar oluşturabilir. Ormanlar, meyve ve zeytin bahçeleri, büyük parklar, bahçeler, bazen de şehir parklarında gözükür.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Dama dama 002.jpg
Dosya:Silz daim1.jpg

Alageyik (Dama dama) geyikgiller (Latince: Cervidae) familyasından bir geyik türüdür.

Erkek geyikler 140-160 cm uzunluğunda, 90-100 cm omuz boyunda ve 60-85 kg ağırlığında olur. Dişi geyikler ise 130-150 cm uzunluğunda, 75-85 cm omuz boyunda ve 30-50 kg ağırlığındadır. Yavrular ilkbaharda doğar ve doğduklarında 30 cm boyunda ve 4,5 kg ağırlığında olur. Yaşam süreleri 12 yıl kadardır. Türkiye'de Antalya'da çok küçük adalarda endemik rastlanmaktadır. Ve adaya gelen tekneler yüzünden son kalan 10-15 geyik insanlar tarafından beslenmeye alışmıştır.

Bir alttürü olan İran alageyiği (Dama dama mezopotamica) bazen ayrı bir tür olarak kabul edilir.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Tawny wiki edit1.jpg

Alaca baykuş (Strix aluco), boyu 37-39 cm, kanat açıklığı 94-104 cm. olan Baykuşgiller familyasına ait bir kuş türüdür.

Yaşam yerleri ormanlar, büyük parklardır. Geceleri hareketlidir, gündüzleri ağaçlarda dinlenerek geçirir. Ötüşü çok belirgindir. Genellikle geceleri duyulur.

Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , , ,
Dosya:Bachforelle.jpg

Alabalık (Salmo trutta), Salmonidae familyasının en tanınmış mensubudur ve Somon balığı ile yakın akrabadır. "Alabalık" diye adlandırdığımız balıkların ama hepsi sadece Salmo cinsine ait değillerdir. Salmonidae ailesinin arta kalanını oluşturan Oncorhynchus ve Salvelinus cinslerine ait olan balıkların bazılarınada "Alabalık" denilir. Alabalığın bir sürü çok yaygın olan veya sadece yöresel bulunan alt türlerine rastlanır:

  • Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss, eski adı Salmo gairdneri)
  • Anadolu alabalığı (Salmo platycephalus)
  • Abant alabalığı (Salmo trutta abanticus)
  • Karadeniz alabalığı (Salmo trutta labrax)
  • Kafkas alabalığı (Salmo trutta caspius)
  • Büyük benekli alabalık (Salmo trutta macrostigma)
  • Deniz alabalığı (Salmo trutta trutta)
  • Dere alabalığı (Salmo trutta forma fario)
  • Göl alabalığı (Salmo trutta lacustris)
  • Aral alabalığı (Salmo trutta aralensis)
  • Garda alabalığı (Salmo trutta carpio)
  • Sevan alabalığı (Salmo ischchan)
  • Marmorata alabalığı (Salmo trutta marmorata)
  • Amu-Darya alabalığı (Salmo trutta oxianus)
  • Ron alabalığı (Salmo trutta rhodanensis)
  • Balkan alabalığı (Salmo trutta dentex)
  • Ezenami alabalığı (Salmo trutta ezenami)
  • Makedonya alabalığı (Salmo balcanicus)
  • Italyan alabalığı (Salmo trutta cettii)
  • Boşnak alabalığı (Salmo trutta taleri)
  • Fibreno alabalığı (Salmo trutta fibreni)

Nerdeyse tüm alabalıklar yırtıcı tatlısu balıklarıdır, sadece (daha çok somon balığı ile yakın akraba olan) deniz alabalığı aynı Somon balıkları gibi denizde yaşayıp sırf yumurtlamak için akan tatlısulara girer.

Pasifik okyanusu somonu ile yakın akraba olan Gökkuşağı alabalığı suni göllerde yetiştirilmek için Amerika'dan getirilmiştir. Aynı çay alabalığı gibi o da balık üretiminde tanınmış bir balık türüdür. Türkiye'nin neredeyse her yerinde alabalık üretilen küçük veya büyük çiftliklere rastlamak mümkündür.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , ,
Dosya:Rhesus Macaques.jpg
Hint şebeği (Macaca mulatta), Cercopithecidae familyasından en iyi bilinen Eski Dünya maymunlarından bir primat türü.
Yetişkin erkekler ortalama 53 cm boyunda ve 7.7 kilo ağırlığında olurlar. Dişiler daha küçüktür, ortalama 47 cm boy ve 5.3 kilo ağırlık. Bu şebek türünün boz ya da kahverengi bir postu ve pembemsi yüzleri vardır. Kuyruk uzunluğu ort alama 20.7 ila 22.9 cm olur. Genelde ömürleri 25 yıldır.

Hint şebekleri otlakalar, orman ve dağların 2500 metreye kadar olan yerlerinde yaşayabilirler. İyi yüzerler ve yüzmeye bayılırlar. Hint şebekleri bazen sürü olarak şehirlerin içine kadar girip evlerden yiyecek çalarlar. Bu sebeple bu hayvanlar bazı yerlerde zararlı hayvan olarak kabul görür.

Hint şebekleri çok iyi ağaca tırmanırlar. Hint şebeği hepçil bir hayvandır. Meyve, yaprak, kök, kabuklu yemiş, böcek ve küçük hayvanlarla beslenir. Bu maymunların yanaklarının içini yiyecekle doldurmaları onların daha çok yiyecek toplamalarına yardımcı olur.

Bu türün yayılım alanı Afganistan'ın tamamı, Hindistan'ın kuzeyi ve Çin'in güneyni kapsar.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: , , ,
Dosya:Black scorpion.jpg

Akrep (Scorpiones), takımını oluşturan genellikle sıcak ve nemli bölgelerde yaşayan, vücutları sert kitin bir tabaka ile örtülü, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehir iğnesi bulunan eklembacaklılara verilen ad.

Taşların altında, duvar yarıklarında, kurumuş ağaç kabukları altında veya yer altında kazdıkları dehlizlerde rastlamak mümkündür. Karlı bölgeler hariç hemen hemen her yerde yaşarlar. Yalnız yaşamayı severler.Boyları 2 cm ile 15 cm arasında değişir. Yassı halkalardan teşekkül eden vücut; başla kaynaşmış bir gövde, karın ve kuyruk (telson) olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Gövdede önden arkaya doğru büyüklükleri artan, uçları çift çengelli dört çift yürüme bacağı bulunur. Gövdeye bağlı karın kısmı ise 7 geniş halkadan meydana gelmiş, alt yüzeyinde birinci halkada kapaklı bir adet cinsiyet açıklığı, ikinci halkada dokunum ve iz bulma görevi yapan bir çift tarak organı, 3, 4, 5 ve 6. halkalarda "kitap trakeleri" adını alan solunum organına ait birer çift olmak üzere toplam dört çift solunum deliği (stigma) vardır. Karın kısmından sonra 6 adet dar ve yuvarlaksı halkalardan meydana gelen ve bir yay gibi sırta doğru bükülebilen akrebin kuyruğu, eğrilmiş bir zehir iğnesi veya mızrağını taşıyan şişkin halka ile biter. Akrep, yürüdüğünde kuyruğunu kaldırır. Düz ve kaygan yüzeylere tırmanamaz. Halk arasında vücudunun son bölümü her ne kadar akrebin kuyruğu olarak biliniyorsa da, gerçekte karın kısmının daralan uzantısıdır. Çünkü içinden bağırsak geçmekte olan telsonun sondan bir önceki halkasında dışkılık son bulmaktadır.Akrepler zehirlidir.


Gönderen Axi_Sheytan Etiketler: ,
Visit the Site